MEHMED AKİF ERSOY'DAN HATIRALAR

 

 

 

Saygıdeğer Okuyucularım! Hepimizin bildiği gibi 12 Mart 1921  İstiklal Marşının kabul edilişinin  92.yıldönümüdür. Bizler de Mehmet Akif ERSOY ve İstiklal Marşımızın Kabulü ile ilgili yazı dizisini sizlerin beğenisine sunuyoruz:                                                                                                                                                                

 

BAYTAR MISIN?

 

Adamın biri Akif'e yaklaşarak sorar:

-Affedersiniz,sizin için baytar diyorlar.

Akif hiç istifini bozmadan cevap verir:

-Evet,yoksa bir yeriniz mi ağrıyordu?

YAKINDAN TANINMANIN TEHLİKESİ

Yakından tanınmak insan için tehlikelidir, derler. Akif’in hayatı böyle bir tehlike bilmez. Yakından tanınmak onun hakkında kazançtı. Ona karşı mesafe haindi. Cemiyetten eve kaçan, caddeden sokağa kaçan, şehirden kıra kaçan, insandan kitaba kaçan Akif, uzaktan sevimsizdi; o, yakından güzeldi: İyi adamın güzelliğiyle, feragatin güzelliğiyle, sahici şereflerin topunun güzelliğiyle güzeldi. Bilhassa, hayatta bazı müşterek kavramları bilmemek, ona vahşi bir güzellik veriyordu: Akif’in bilmediği müşterek kavramların başında menfaat vardı. Menfaatin düşmanıydı. Birinci Cihan Harbi’ndeki açlık bile Akif’e menfaati öğretemedi.

 

TEMİZ AHLAKLI GENÇ

 

Akif’in mektep tahsili zamanlarında en açık ve candan görüştüğü Sabri Sözen Bey merhumun bize kuvvetle temin ettiğine göre “Mehmet Akif Bey içki kullanmamıştır. Onun nezaheti, terbiyesi, seciyesi, akranları içinde ün yapmıştır. O, bir karıncayı bile incitmedi. Çok temiz, çok hayırhah, çok namuslu bir gençti...”

 

SEVMEDİKLERİ:

 

İki adamı sevmezdi: Fazla terbiyeli ve fazla terbiyesiz olanı. Nezaket, ona insanların gizlenmeye muhtaç olan bir taraflarını örten bir şey gibi görünüyordu. Gözünde, fazla nazik olan adam, gizli adamdı. İki yüzlülere garazdı. Fakat yaşı ilerledikçe:“İkiyüzlüleri artık sever oldum; çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım.” Diyordu. Ve yaşlandıkça herkesten kaçıyordu. Daha yaşasaydı, yalnız kalacaktı; cemiyetle karşı karşıya tek bir adam.

 

SÖZ VERMEK NE DEMEKTİR:

Ben Vânîköyü’nde oturuyordum. Kendisi de Beylerbeyi’nde. Bir gün öğle yemeğini bende yemeyi kararlaştırmıştık. Öğleden bir saat evvel bana gelecekti. O gün öyle yağmurlu, boralı bir hava oldu ki her taraf sel kesildi. Merhum yürümeyi severdi. Havanın bu haliyle karadan gelemeyeceğini tabiî gördüm. Mîâddan biraz evvelki vapurdan çıkmadı, diğer vapur bir buçuk saat sonra gelecekti. Yakın komşulardan birine gittim. Vapur gelmeden döneceğimi de hizmetçiye söyledim. Yağmur devam ediyordu. Vaktinde evime döndüm, bir de ne işiteyim, bu arada sırılsıklam bir halde gelmiş, beni evde bulamayınca, hizmetçi ne kadar ısrar ettiyse de durmamış, “Selâm söyle” demiş, o yağmurda dönmüş gitmiş! Ertesi gün kendini gördüm. Vaziyeti anlatarak özür dilemek istedim, dinlemedi. “Bir söz ya ölüm veya ona yakın bir felâketle yerine getirilmezse mâzur görülebilir” dedi. Benimle tam altı ay dargın kaldı.