Kıymetli Dostlar! Güzelim Türkçeye hayran olmamak elde değil. Bazen bir kelime, bazen bir deyim alır sizi götürür bir yerlere. Hele kelimelerin çağrışım dünyasını da işin içine katarsanız neler çıkmaz ki karşınıza.

Arzu ederseniz “yalan” sözcüğü üzerinde yapalım gezintimizi. Bakalım neler çıkacak karşımıza! “Hakikati çarpıtmak ve gizlemek için uydurulmuş söz” diye tarif ediyor sözlükler onu. Ama kolay değildir bu kısacık tarifle onu tanımak. Bin bir çeşidi vardır onun. Konuşmadığı dil, girmediği şekil yoktur. Büyüğü, küçüğü, masumu, korkuncu, hınzırcası, şeytancası, ustaca söylenmişi, acemice gevelenmişi…

Nasıl olursa olsun ürkütücü bulmuş insanımız onu. Bu yüzden “Yılandan korkmam, yalandan korktuğum kadar.” deyivermiş. Hem nasıl korkulmaz ki yalandan? Pinokyo’nun burnunu uzatan, zavallı karganın peynirini tilkiye kaptırtan, hatta atamız Hz. Adem ile Hz. Havva’yı cennetten kovduran şeytani bir yalana inanmaları değil de nedir ki?

Bilmesine bilirsiniz onun kötülüğünü. Evde anneniz, okulda öğretmeniniz: “Evladım, kötü bir şeydir yalan!” diye öğütlemiştir sizi. Ancak kurtulamazsınız ondan. Görülmez kolları vardır onun. Sarar sarmalar sizi. Kanınıza karışır; tepenizden girer tırnağınızdan çıkar melun! Boşuna dememişler “tatlı yalan” diye. En sıkışık anınızda çare gibi durur karşınızda. Söyleyiverirsiniz bir çırpıda. Ama ümitlenmeyin boşuna. Bırakmaz artık yakanızı. Ömrü kısadır onun. Çıkarır foyanızı meydana. Ne buyurmuş atalar; “Yalancının mumu, yatsıya kadar yanar.”

Küçük bir Anadolu kasabasında iki lafından biri yalan olan birisine “yalan bilmez” lakabını taktıklarını duyduğumda hem şaşırmış hem de bu ismi o kişiye yakıştıranların inceliğine ve isabetine hayran olmuştum. Şaşırmıştım, çünkü ilk duyduğumda bu kişinin yalan söylemediği için bu ismi hak ettiği düşüncesine kapılmıştım. Hayran olmuştum; çünkü o kişi hakkında kinaye yoluyla bir ikaz taşıyordu bu lakap. Halkın nazarı Hakkın nazarıdır diye boşuna söylememişler. Canım Anadolu, ne zenginliklerin var ama kıymetini bir bilebilsek.

Hele yapamayacağı bir işi yapacakmış gibi görünenlere halkımızın taktığı isim yok mu? Mest olmamak insanın elinde değil. Bu sahtekarlara halkımızın layık gördüğü paye “yalancı pehlivanlık”tır. “Zurnada peşrev olmaz” dense de dinlemez böyleleri. Dönüp dururlar ortalıkta.

Yalan sözcüğünün en derin manaya büründüğü yer “yalan dünya” tabiri olsa gerek. Dünyanın faniliğine, gelip geçiciliğine dikkat çeken; insanlarla iyi geçinmeyi salık veren felsefi bir yaklaşımı içerir.

Şair ve yazarlarımız da yabancı kalmamış yalana. Ama onların yaklaşımı iç zenginliklerinin gereği olarak çok daha farklı. Türk şiirinin ünlü ustalarından Bahtiyar Vahapzade bir şiirinde şöyle sesleniyor:

Bin yıl yaşanmış ömürden günden

Bir an yaşanacak ömür güzeldir.

Beni öldürecek gerçek sözünden

Beni yaşatacak yalan güzeldir.

Bu dizelerde hoş bir masumiyete bürünmüş yalan. Fakat yine de uzak durmak lazım ondan. Bir başka şairimiz de “Öyle bir yalana inandır ki beni/Ömrüm boyunca sürsün doğruluğu.” diyor muhatabına. Ama biz Akif’le birlikte söyleyelim; “Sözün odun gibi olsun da hakikat olsun tek!”

Yalansız ve riyasız bir dünya dileğiyle…