Her akrep yelkovanı öptüğünde biraz daha yoruluyoruz.
Ama bu yorgunluk bir çöküş değil; sessiz bir değişim. Zaman, bizi taş gibi sertleştirmiyor. İçimizdeki suyu titreştirerek yumuşatıyor. Her sarsıntıda biraz çözülüyor, biraz inceliyoruz.
Zamanın içinden geçmiyoruz biz o, bir rüzgâr gibi gelip bizi buluyor.
Bazen saçımızı savuruyor, hafifçe öpüp geçiyor.
Bazen fırtına oluyor, tüm dengemizi alt üst ediyor, içimizdeki dalgaları yükseltiyor.
Bir anın kenarına dokunuyor, bir hatıranın tozunu havalandırıyor, bir yüzü içimizde yeniden çiziyor.
Fark etmeden, her saniye bir katmanımız değişiyor. Ne dünkü biz bugünün aynısı, ne de bu yüz o eski yüz artık.
Bazen sertleşiyoruz, kırılıyoruz, direniyoruz.
Ama zaman her defasında başka bir yerden sızıyor içimize. Hem hafif bir rüzgâr, hem de durdurulamaz bir fırtına gibi.
Sadece var ve biz onun varlığına dayanarak değişiyoruz.
Her akrep yelkovanı öptüğünde içimizde bir dalga yükseliyor.
Yorgunlukla karışık bir dinginlik…
Ve o dalga çekildiğinde biz biraz daha insana benziyoruz.
Belki zamanın bizi yorması tam da bu yüzden bir lütuf.
Çünkü biz, içimizdeki suyu titreştirerek öğreniyoruz yaşamayı ve her titreşimde biraz daha yumuşuyoruz.