Nasreddin Hoca Akşehir’de toprak damlı evinin kapısının önünden :-“Gülmez sultannnnn!” diye sesleniyor.

         Bu Hoca’nın ilk seslenişi, ikinci seslenişi daha bir hızlı oluyor.

         —Hatuunnn! Diyor. Hatuuunnnn!

         Hoca altmış yaşlarında, fakat karısı Hoca’dan genç olmasına rağmen Hoca‘dan da yaşlı görünüyor, üstelik de çirkin.

         Hocanın üçüncü kez “Hatunnnn! “ demesinden sonra kadın geliyor.

         — Be kadın adını mı ezberleteceksin, sabahtan beri seni çağırıyorum, nerdesin? Diyor.

         Kadın yine bir karış suratla Hoca’ya:

         —Ancak gelebildim be Hoca!

         Nasreddin Hoca:

— İyi ki geldin, ben buradayım da hani benim Karakaçan’ım!

Hocanın karısı suratsız, eşeği desen huysuz. Karakaçan’a binecek bu sefer de heybe yok.

         —Yahu Hatun sen hiçbir işi doğru dürüst yapamaz mısın? Bak bu sefer de heybeyi unutmuşsun! Diyor.

Bu kez de Nasreddin Hoca,  eyeri, heybeyi almaya kendisi ahıra gidiyor.

Uzunca bir besmele çekerek Karakaçan’ın üzerine eyeri, sonra heybeyi yerleştiriyor.

         Karakaçan’da Akşehir yollarında öylesine güzel gidiyor ki bu gün eşeğin eşekliği üzerinde değil. Hoca eşeğinin üzerinde tıkır tıkır giderken, eşek birden huysuzlanmaz mı? Tam da Akşehir Camii’nin önünden Akşehir Pazarı’na gideceği sırada.

         Hocayı görenler:

—Hocam hocam aman dikkat edin, eşek huysuz galiba diyorlar.

Nasreddin Hoca:

         —Ona sakın bir daha eşek demeyin, Diyor.

—Neden diyorlar.

Hoca:

—Alınır sonra, diyor.

—Nereye gidiyorsun Hoca diyorlar.

—Pazara.

—Pazarda ne yapacaksın?

         — Bu huysuzu satacağım.

Birkaç kişi hemen Hoca’nın etrafını sarıyorlar.

—Hoca hoca pazara kadar gitmeden istersen şu eşeğine bir bakalım diyorlar.

         Müşterilerden birisi gelip Karakaçan’ın dişine, bir başkası kuyruğuna bakıyor, bu arada hayvan bir huysuzlanıyor ki kimseyi yanına yaklaştırmıyor.

—Aman Hocam senin bu hayvan huysuz mu huysuz diyorlar. Kimse bu hayvanı satın almaz.

Nasreddin Hoca elini Karakaçan’ın üzerine vurarak:

         —Aslında ben de onu satmak için getirmedim, Maksadım Ümmet-i Muhammedin benim bu huysuzdan neler çektiğimi görüp anlaması için getirdim. Diyor.

         Bu arada çevreden de gülüşmeler başlıyor. Hoca tekrar eşeğe biniyor pazara gidecek. Bu kez de eşek olan hızıyla koşmaya başlamaz mı?

         Hocanın eşeğini pazara gidenler tutmaya çalışıyorlar:

         —Hocam, ne bu telaşınız Allah aşkına diyorlar.

         Hoca, Karakaçan’ın üzerinde çaresizlikle,

         —Efendim, eşeğin çok acele bir işi çıktı da onun için oraya gidiyoruz. Diyor ama bu arada da Hoca’nın eşeği koştururken Hoca eşekten düşmesin mi?

Görenler:

—Nasreddin Hoca eşekten düştü. Hoca eşekten düştü diyerek alaya alıyorlar.

Nasreddin Hoca hiçbir şey olmamış gibi:

—Önemi yok. Diyor. Önemi yok. Düşmesem de zaten inecektim.  

Neden sonra Nasreddin Hoca eşeğin ipini çeke çeke eve doğru ağır adımlarla, can acısıyla yürüyor.

***

         Bu arada Hocanın karısı da Hoca’nın dönüşünü camın önüne oturmuş bekliyordu.

         Yorgunluktan bitkin bir halde Hoca önde, Karakaçan’ı onun arkasında, ipini çeke çeke evinin kapısını çalıyor. Karısı her zaman ki yine asık suratıyla Hoca’yı karşılıyor.

         Nasreddin Hoca:

         — Nedir bu suratın? Yüzünden düşen yine bin parça oluyor. Bu gülmez sultanlıktan ne zaman vazgeçeceksin? Diye söylenmeye başlıyor.

         Kadın kendine bahane bulmaya çalışarak:

         — Hiç sorma Hoca komşularımızdan bir kadın öldü de, ailesine başsağlığı dilemeye gittim. Cenaze evinden gelen kimse gülmez ki…

         Hoca karısının bahanesinin geçersiz olduğunu anlayıp:

         — Haydi haydi! Ben senin düğün evinden geldiğin zamanı da biliyorum. Diyerek, bu arada da Karakaçan ‘ın ipini karısının eline uzatıyor.

      Karakaçan’ı da ahıra götürüver, sakın yem vermeyi de unutma.

         Hoca’nın karısı inatçı mı inatçı, Karakaçan’ı kimin yemleyeceği hususunda anlaşamayıp sonunda da bahse tutuşuyorlar. Aralarında da ilk ağzını kim açarsa eşeği onun yemlemesine karar veriyorlar.

          Hoca’nın karısı o inatla evden çıkarak komşusuna gidiyor,  Hoca’da evin ortasına oturup Hatun’un dönmesini beklemeye başlamıyor.

         Bir süre sonra eve hırsız girip, Nasreddin Hoca’nın sessiz sedasız evde oturmasından yararlanarak evin tüm eşyaları toplayarak evden ayrılıyor.

         Birkaç saat sonra Hoca’nın karısı eve döndüğünde, eşyaların çalınmış olduğunu görür görmez:

—Hoca diyor, Hoca. Eve hırsız girmiş, sen neden hiç sesini çıkarmadın?

Hoca karısı konuşunca:

—Hadi bakalım hanım! Diyor. Aşağıya in de eşeğin yemini ver.

         Evin eşyaları çalınsa da Hocanın bahsi kazanmasının keyfi o gece kendisine yetiyor da artıyor;  sedirin üstünde derin bir uykuya çekiliyor.

***

         O günün sabahı bizim Hoca Nasreddin yine Akşehir pazarına doğru yol alıyor.

         Mahallenin çocukları onu görünce çok seviniyorlar.

         —Hoca, hoca. Diyorlar.  Ne olursun bize pazardan düdük al.

         Çocukları çok seven Nasreddin Hoca:

         —Peki, alayım, çocuklar. Diyor.

         Sadece çocuklardan birisi ise, elindeki parayı vererek:

         —Şu parayı al ve benim düdüğümü unutma Hocam! Diyor.

         Parayı alıp cebine koyan Hoca, çocukların yanından uzaklaşarak yoluna devam ediyor.

         Bu arada yoldan bir cenaze gidiyor, Hoca’nın yanına gelen bir komşusu:

—Hocam, Hocam size bir şey sormak istiyorum.

Hoca duraklayarak:

—Sor bakalım.  

Komşusu:

—Cenazeyi götürürken, tabutun önünden mi gidilmesi gerekir, yoksa arkasından mı?

Hoca gülerek:

         —İlahi komşum. İçinden gitme de neresinden gidersen git. Diyerek, Akşehir Pazarı’na geliyor. Bu arada bir adamın kafeste bulunan bir papağanı on altına sattığını görünce çok şaşırıyor ve hemen evine koşarak evde beslediği hindiyi kaptığı gibi yine çarşıya getiriyor.

         —Yirmi altına veriyorum! Diyerek,  hindiye müşteri beklemeye başlıyor.

         Akşehir halkı hocaya garip garip bakıp, kimisi de Hoca’nın bu haline gülüp geçiyor.

         Nihayet bir tanıdığı:

         —Sen aklını mı yitirdin be Hocam? Diyor. İki akçe etmez hindiyi yirmi altına kim alır?

Nasreddin Hoca:

—Demin bu pazarda bir kuşu gözümün önünde yirmi akçeye sattılar.

         — Aman Hocam o papağandı. Tıpkı insan gibi konuşuyor o.

         Nasreddin Hoca:

—Olsun, diyerek, o konuşuyorsa bu da insan gibi düşünüyor. Diyor.

         O günün akşamı da yorgunluktan evine dönerken, yolunu bekleyen çocuklar karşısına çıkıyorlar.

—Hoca, hani bizim düdüklerimiz diye etrafına dolaşmaya başlıyorlar.

         Nasreddin Hoca sadece parayı veren çocuğa düdüğü uzatarak:

         —Hiçbirinize bir şey yok. Yalnız bu arkadaşınıza var. Çünkü parayı veren düdüğü çalar. Diyor.                                       

 ***

         …ve Yıl 2007.

         Nasreddin Hoca Mezarlığı’nın önünden geçerken,  Nasreddin Hoca’mızın Türbesi’ni ziyaret ediyorum

         Türbenin başından ayrılacağım, birden bir yağmur başlamaz mı? Islanmamak için Nasreddin Hoca ‘nın Türbesinin kapısına doğru birazcık hızlanıyorum.

         Ardımdan bir ses işitiyorum, ya da bana öyle geliyor:

      Aman torunum ne ayıp, senin gibi birisi, hiç Allah’ın rahmetinden kaçar mı?

         Ben de bu kez Nasreddin Hoca’mıza bize yıllar öncesinden verdiği yanıt ile karşılık veriyorum:

         —Ben Allah’ın rahmetinden kaçmıyorum Hocam, sadece yeri ıslatan rahmeti çiğnememek için koşuyorum, diyorum.

         Nasreddin Hoca sanki gülümseyerek:

 —Güle güle torunum. Diyor. Güle Güleeeee!    

                                 BİTTİ            2007/ Akşehir