Kader, beş yaşında güzel bir kız çocuğuydu. Annesi, babası ve üç yaşındaki küçük erkek kardeşi Murat ile beraber çok mutlu bir hayat sürüyorlardı. Bir gün bu mutlu aile, keyifli bir tatile çıktılar. Son derece eğlenceli geçen tatillerini sonlandırıp artık evlerine dönmeye karar verdiler. Arabada, neşe içinde yolculukları devam ederken bir anda önlerine koskoca bir kamyonun çıkmasıyla kaza yapmaları bir oldu. Arabadan dumanlar çıkıyordu. Herkes toplanmıştı etrafta. Durumları sanıldığından da kötüydü. Hastaneye hemen gidemediler. Çünkü Kader’ in sol bacağı kaza anında koltuğun arasına fena halde sıkışmıştı. Ne yapılırsa yapılsın kimse yerinden çıkaramadı bacağını. Son çare olarak kan kaybından ölmemesi için bacağını kesmekte buldular çareyi. Küçük kardeşi Murat ise basit bir ayak bilek çıkığıyla ucuz atlatmıştı. Ama anne ve babaları iç kanama ve kaburga kırıklarından ağır yaralıydı ve maalesef kurtulamadılar. İkisi de hayata gözlerini yumdular. Kader ve Murat, iki kardeş ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Kimse onlara sahip çıkmadı. Bu yüzden onları bir yurda yerleştirdiler.

O gün bu gündür Kader, adının anlamını taşımıyor. Kader, artık kadersiz bir kızdı. Üzerinden altı yıl geçse de her şeyi dün gibi hatırlıyorlardı. İkisi için de o günden beri her şey karanlıktı artık. Hiçbir şey onları aydınlatamazdı. Kader’in yaşama isteği bile yoktu. Hem ailesi elinden tutmadan, hem de teki olmayan bacakla nasıl yoluna devam edebilirdi ki? Bacağı umurunda bile değildi, çünkü onun kalbinde acı vardı asıl. Anne babası bir daha asla dönmeyeceklerdi. Ayrıca Kader de büyüyünce tek bacağıyla kardeşine bakmak zorunda kalacaktı. Bu, onun çocuk omuzları için çok ağır bir yüktü. Ve üstelik onun yükünü hafifletecek hiç kimsesi yoktu. Yurtta kalırlarken okula bazen gidiyorlardı. Bazen de, okulda Kader’ in bacağıyla dalga geçtikleri için Kader hemen dersten çıkıyor, tuvalete gidip saatlerce orada ağlıyordu. Kader, bir gün intihara kalkıştı. Okulda bir gün, öğretmenleri soy ağacı çizdiriyordu. Kader, çizecek kimsesi olmadığından hiçbir şey çizmemişti. Öğretmeni de bunu bildiğinden çok üstüne gitmedi. Fakat bir arkadaşı çıkıp da “Onun kimsesi yok ki kimi çizecek? “ deyip kahkahalar atmasın mı? Kader orada yıkılmıştı. Zaten daha ailesinin acısı geçmediğinden toparlanamamıştı da. Hemen gitti yine tuvalete. Aynayı kırdı. Ve camın bir parçasını alıp bileğine dayadı. Çok sevdiği bir arkadaşı vardı Açelya adında. O da peşinden gitti. Ağlama seslerini duyunca dayanamayıp içeri girdi. Bir baktı ki Kader yerde yatıyor. Hemen koşarak öğretmenine haber verdi ve hastaneye kaldırdılar. Ucuz atlatmıştı.

Murat, onu ayakta tutan tek dayanağıydı. Onun için direndi. Toparlanmaya karar verdi. Okula gitti yeniden. Öğretmeni öğrencileri tembihlediği için kimse bir şey söyleyemedi. Dersleri çok düşmüştü kaza gününden beri. Teneffüste öğretmeninin yanına gidip; “Öğretmenim, ben derslerimi yükseltmek için ve güçlü olmak için ne yapabilirim?” dedi. Öğretmeni de; “Çalışacaksın, direneceksin, mecbur kaldığın hayata inat sen, kardeşin için, geleceğin için savaşacaksın, pes etmeyeceksin” dedi. Kader, “ Ama ben çalışsam bile bu ayağımla nasıl başaracağım ki? Hangi işte çalışabilirim?” deyince öğretmeni de; “Niye öyle söylüyorsun? Belki sen ileride çok ünlü bir yazar, hatta belki de şair olabilirsin. Ayağın, senin hayallerini gerçekleştirmen için çok büyük bir engel değil ki” diye ekledi. Kader o konuşmadan sonra kararını vermişti. Yazar olmak istiyordu. Hayallerini gerçekleştirebilmek için çok çalışıp, çabalaması gerektiğini biliyordu.

İlkokulun başından beri tuttuğu bir yazı defteri vardı. Kader bu deftere zaman zaman, ruh haline göre konular belirleyip değişik türlerde yazılar yazıyordu. Yazıları da gerçekten çok başarılıydı. Eskiden ailesiyle yaşarken mutlu bir hayatı olduğundan, mutlu eden, hüzünlü olmayan yazılar yazıyordu. Ama şimdi bir düşününce, yaşadığı acılardan ilham alarak hüzünlü yazılar yazmalıydı artık. Derslerini artık daha sıkı tutuyordu. Geceleri uyuyamıyordu kaza gününden beri. Bu yüzden artık gündüzün her vaktinde ders çalışıp kardeşiyle ilgileniyor, gece uyuyamadığında bu yazıları yazıyordu. İlk yazısıyla başladı. Bu yazısında dramatik bir olay söz konusuydu. Kendi yaşadıklarını yazacaktı bu kez. Kazadan sonra nasıl dağıldığını, sonra yazarlığa ilk adım olarak neler yaptığını, aslında hissettiklerini vb. hepsini yazdı. Bir gün bu defterini, okulda devam etmek için okula götürmüştü. Öğretmeni Türkçe dersinde kompozisyon yazdırmıştı. O, kendi defterine yazmaya devam ediyordu. Yurda gidince de öğretmenin söylediği konuda yazacaktı. Derste kendi yazısını yazarken öğretmeni gördü ve çok dikkatini çekti. Kader’e ne yazdığını sordu. Anlatmak istemese de anlayış gösterecekti. Kader her şeyi anlattı. Bu defteri eskiden beri tuttuğunu, yaşadıklarından esinlenerek yazdığını anlattı. Öğretmeni duygulanmıştı. Yazılarını O da çok başarılı bulmuştu. Bu konuda ne yapabileceğini düşündü ve Kader’e eğer onayı olursa bir internet sitesinde bu yazıların yayınlanacağını söyledi. Kader çok heveslenmişti. İlk defa sesini duyurabilecekti. İlk hafta ilk kez yazmaya başladı. Kazadan sonra yazdığı ilk yazısı yayınlanmıştı. Çok mutlu ve aynı zamanda umutluydu. İlk yazısı okuyucuların çok ilgisini çekmişti ve devamının gelmesini istiyorlardı. Her hafta böyle yazılar yazmaya başladı artık. Kısa zamanda herkesçe tanınmaya başladı. Artık her geçen gün daha güzel yazılar yazmaya, kendini geliştirmeye başladı.

Üzerinden on bir yıl geçmişti. Artık Kader profesyonel yazılar yazıyordu. On bir yıldır hiç aksatmadan yazmıştı. Bu arada da derslerini bırakmayıp sıkı tutmuştu. Bu emeklerinin karşılığı sonucunda Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirmişti. Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü okuyup mesleğini eline almıştı. Artık onu kimse durduramazdı. Aklına gelen her şey hakkında en az birkaç kitap çıkarıyordu. Artık Kader, kadersiz değildi, kendi kaderini kendi yaratmıştı. Hem kendini hem kardeşini kurtaracak, hem de ailesini cennette mutlu edecekti. Kader artık çok ünlü bir yazardı. O, eline kağıt kalem alınca, onu durdurmak imkansızdı…