Var olduğumuzdan beri nereden geldiğimize, neden burada olduğumuza ve bizi kontrol eden ilahi bir gücün olup olmadığına yönelik sorular soruyoruz. Bu soruların birçoğu henüz tatmin edici bir çözüme kavuşmadı; belki de asla kavuşamayacak. Bu tür soruların cevaplanması konusunda elimizdeki en önemli bilgi türü felsefedir.

Felsefe gerçek dünyadan tamamen kopuk, izole bir disiplin olarak görülse de bu yanlış bir izlenimdir.  Varlık felsefesinden tutun da bilgi felsefesine kadar tüm felsefe, gerçek yaşamdaki kavramları işaret eden fikirleri ele alır. Felsefi tartışmalar soyut olsalar bile onları ele alma şeklimiz hakikat dediğimiz şeye ulaşma yolumuzu yansıtır ve bize rehber olur.

Bu yazımda filozofların tarih boyunca cevaplamaya çalıştığı, algıladığımız dünya ile gerçek dünya bir mi? Yada sorunu daha derine indirgeyerek, İçinde yaşadığımız dünya hakikaten gerçek mi? sorularına kısaca değinmek istedim.

Dünyayı algıladığımız konusunda genelde emin oluruz ama tarih boyunca her dönemin kendine özgü imkanlarıyla yapılan araştırmalarda hep bunun aksi örneklere ulaşılmıştır. Örneğin sofist (kuşkucu) filozof Piron şöyle der. ”Duyu organlarımız bizi ara sıra yanıltıyor ve biz bunun farkındayız. Ya her zaman yanıltıyorsa ve biz bunun farkında değilsek.” İslam alimlerinden Gazali, güneşin madeni para büyüklüğünde görülmesi tespitinde bulunup duyu organlarına güveni sorgulamıştır. Ünlü Alman filozofo Kant ise insanın gerçeği değil  ancak fenomenleri bilebileceğini savunur. Günümüz teknolojik gelişmeleri Piron, Gazzali ve Kant’ı doğrular nitelikte. Bu farklılığı sağlayan beyindir. Beyin, enerji ve maddeden ibaret olan dış dünyayla doğrudan irtibatı olmayan organdır. Dış dünyayı duyular aracılığıyla elde edilen verileri işlemesiyle gerçeklik kurgusu sunar. Yani, aslında tatsız, kokusuz ve renksiz olan dış dünya duyular aracılığıyla beyne iletilen elektrokimyasal sinyaller ile deneyimlerimize uygun ve beklentilerimize göre şekillenen gerçeklik kurgular. Kurguyu oluşturan deneyimler duyu organlarının edindiği deneyimlerdir. Duyu organlarının edindiği veriler gerçeklik kurgusunu oluşturmada birbirini etkileyerek hareket eder.

1999 yılında gösterime giren Matrix izleyiciye gerçekliği sorgulattıran en önemli filmlerden biri. Matrix’i mutlaka izlemelisiniz. Çünkü konumuzu tek bir yazı ile özetlemek oldukça zor. Uyanık olup olmadığımızı nereden anlarız? Gerçek nedir? Gerçek olmayan nedir? Eğer filmi seyrettiyseniz eminim bu soruları kendinize en az bir kez sormuşsunuzdur. Bunları Matrix’i seyretmeden önce sorgulamış olmanız da olasıdır. Çoğumuz özgür irademize göre hareket edemediğimiz hissine kapılmışızdır. Bazılarımız davranışlarımızın önceden belirlendiğini, bir şeylerden etkilendiğini ya da Nietzsche’nin kurduğu gibi bir dünyada yaşadığımızı düşünmüşüzdür. Bazen, manipüle edildiğimizi, kontrol altında olduğumuzu ve bir rüyanın içinde olabileceğimizi dahi düşünmüşüzdür. Matrix filmi tüm bu sorulara yanıt verir. Bu film, insanlığın ikilemlerinden bazılarına çözüm getiren çağdaş bir mit niteliğindedir.

Sonuç olarak dünyayı algılama biçimimiz için gerçeği tam olarak yansıtamayan bir film şeridi diyebiliriz. Her birimiz ayrı bir filmi izleriz. Tüm bunlar olurken, arkada işleyen eşsiz düzenin farkında olmayız. İşleyişi hakkında hiçbir şeyin farkında olmadığımız duyularımız, dünyayı tüm gerçekliğiyle farkına varacağımız şekilde bilincimize göndermez. Duyular ve beyin arasında gerçekleşen bu ilişki, her ne kadar gerçeğin kendisini bize olduğu gibi göstermeyip bir umutsuzluk ve hapsolunmuşluk hissi yaratsa da göründüğü kadarıyla bunlar gerçeklik hakkında fikir yürütebilmemizi sağlayan yegâne yetilerimizdir.

Kalın sağlıcakla

Görüş ve eleştirileriniz benim için önemli; [email protected]