İbrahim Bouazi'nin 19. Yüzyılda Filistin'deki arazi satışlarıyla ilgili; İstanbul, 2011, s.135. de yer alan doktora tezinde, Yahudilerin Filistin topraklarının sadece %0,73'lük kısmını para ile satın aldıkları halde, yaklaşık %90'lık kısmını da işgal ettikleri yazmaktadır.

Mr. Balfor ve sonrasında BM, Müslümanların mallarını cebren ellerinden almış ve Yahudilere kanunsuz olarak vermişlerdir.

Filistin topraklarının yüzde sekseni devlet arazisi, yüzde yirmi kadarı özel mülk arazilerdir. Filistinliler Yahudilere devlet arazilerinin satışını yapmamışlar hatta bu tür satışları da yasaklamışlardır.

Yahudilere yapılan satışların miktarı %20 özel mülk arazilerde gerçekleşmiştir. Bunlar da fark edildiği anda devlet tarafından iptal edilmiştir. İptal edilmeyen, usulsüz olarak gerçekleşen ya da gözden kaçan satışların toplamı Filistin topraklarının genelinin %1 kadarı bile değildir.

Şöyle ki; 1900 yılında Yahudilerin kurdukları yerleşim merkezlerinin sayısı 22, tasarruflarında olan arazi miktarı yaklaşık 219 bin dönüm ve kırsal nüfusları ise sadece 5.210 olarak tespit edilmiştir.

Filistin'in toplam yüzölçümünün hemen hemen 30 bin kilometre kare yani yaklaşık olarak 30 milyon dönüm olduğu düşünülürse, 19. yüzyılın bitiminde Yahudilerin elindeki 219 bin dönümlük toprak, tüm yüzölçümün ancak %0.73'ü kadardır.

Yahudilerin ilk önce Filistin'in kuzeyinde Celile bölgesinde yaşayan Filistinlilere ait binlerce dönüm araziye el koymaları üzerine, Filistin halkı bu gaspı protesto etmek maksadıyla genel greve gitmiş ve gösteriler düzenlemişlerdir. İsrail polisinin Filistinlilere ateş açarak, 6 kişiyi şehit etmişler ve binlerce kişiyi de yaralamışlardır.

İsrail'in kuzeyindeki Celile bölgesinde bulunan Deir Hanna beldesinde yaşanan bu olay, polis ile Filistinli kitleler arasında yaşanan, ilk kitlesel çatışma olması sebebiyle büyük önem taşımaktadır.

Olayın gerçekleştiği dönemde, Filistinin Deir Hanna beldesinde yaşayanların yaklaşık yüzde 20'sini Hristiyanlar, kalanını Müslümanlar oluşturuyordu. "Toprak Günü" olarak anılan bu olay, İsrail'e karşı Filistinlilerin topraklarını korumak için gösterdikleri direnişin ilk simgesi olarak görülür.

Aslında Toprak Günü'nün geçmişi "Nekbe" (Büyük Felaket) olarak bilinen 1948'de İsrail'in kurulması ve sonrasındaki olaylar zincirine kadar uzanır. Filistin İstatistik Merkezinin Mart 2015'teki verilerine göre İsrail, 27 bin kilometrekarelik Filistin topraklarının %90 el koymuş durumda. Filistinliler kendi vatanlarının sadece %10 kullanabiliyor.

Filistinli Müslümanlar sattıkları %0,73 arazinin değil İngilizlerin himayesi ve şu anda, ABD ve AB'nin desteği ile işgal edilmiş olan topraklarını geri istiyorlar.

Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki mülteci kamplarının yanı sıra başta Suriye, Lübnan ve Ürdün olmak üzere, dünyanın farklı bölgelerinde doğdukları topraklardan uzakta hayat süren milyonlarca Filistinli, vatanlarını "çalınan cennet" olarak tanımlamaktalar ve bir gün dönebilmenin hayaliyle yaşamaktadırlar.

 Birleşmiş Milletler'in "Evlerine geri dönmeyi ve komşularıyla huzur içinde yaşamayı arzulayan mültecilerin, mümkün olan en yakın zamanda bu arzularını gerçekleştirmelerine izin verilmeli ve geri dönmemeye karar verenlerin arazileri için tazminat ödenmeli" şeklindeki 194 sayılı kararının uygulanması için, ne batılı ülkelerden nede İsrail'den olumlu bir cevap gelmemektedir.

 Tek istekleri kendilerine ait olan topraklarda özgürce yaşamak olan Filistinliler, ne Arap devletlerinden nede diğer İslam ülkelerinden yeterli destek alamamaktadırlar. 75 yıldır İsrail tarafından topraklarını terk etmeye zorlanmak için, on binlercesi öldürülen Filistinliler, açık cezaevi olarak adlandırdıkları etrafları beton duvarlarla çevrili topraklarda yaşama tutunmaya çalışmaktadırlar.

İsrail'in yaptığı vahşetle ilgili açıklama yapan sn. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, İsrail'i ve onu destekleyen batılı ülkelere çok sert tepki gösterdi.

Filistin davamızdan asla vazgeçmeyeceğiz diyen Erdoğan, derhal ateşkes ilan edilmesini topraklarını ve masum canları savunan Hamas hakkında ise, Hamas'ın terör örgütü olmadığını, topraklarını ve masumların canlarını koruma mücadelesi veren, ''kurtuluş ve mücahitler grubu'' olduğunu, ayrıca Türkiye'nin bu konuda her zaman arabulucu ve garantör devlet olmak için hazır olduklarını söyledi.