Sevgili okurlar; bu hafta sizlere içinde bulunduğumuz zaman diliminin önemine istinaden, Cumhuriyetimizin 100. yılına hangi badirelerden geçerek geldiğimizi, ülkenin kurucu kadrolarının bu değere sıkı sıkıya sarılmamız/emanete sahip çıkmamız gerektiğini hatırlatan ve sonunda da klasik “Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun” mesajını kapsayan bir yazı ile karşınızda olmayı planlamıştım.

Ancak bir anda fikir değiştirip, hiç olmazsa benim bu köşeden farklı bir “100. YIL” yazısı paylaşmam gerektiğini düşündüm.  Zira hafta başından bu yana yazılı ve görsel basında (hatta tüm firmaların reklamlarında bile) Cumhuriyetimizin 100. yılı teması; toplumumuzu derinden etkileyen pahalılık konusunu da, yakın coğrafyamızda akmakta olan kan-savaş konusunu da bir tarafa bıraktıran, son derece klasikleşmiş yazılı/sözlü/görsel içeriklerle anlatılmaya çalışılıyor. Bu klasik anlatım şekline hep birlikte maruz kaldığımızı ve kalmaya devam ettiğimizi fark ettiğimdendir ki aynı tarz bir yazı ile karşınıza çıkmak istemedim.   

Hafta başından bu yana ülke genelinde Cumhuriyetimizin 100. yılı münasebetiyle, yazılı ve görsel basında/mecralarda birçok paylaşımla karşılaştık ve karşılaşmaya devam ediyoruz. Bu içerikler, hepimizin hemfikir olduğu gibi adeta birbiriyle yarışırcasına, birbirinin kopyası, klasik söylem dışına çıkamayan, gözümüzün içine soka soka(özellikle tüm kanallarda ki firma reklamları)  klasik içerikleriyle günün büyük kısmında karşımıza çıkıyor. Bu yazı ve görsellerde dikkatinizi çektiği üzere genellikle karşı tarafa yani biz okura/izleyiciye Cumhuriyet değerleri nasıl kazanıldı/ne tür badireler atlatılarak yüzüncü yıla ulaşıldığı gibi, hatta son cümlelerinde aynı biçimde Cumhuriyeti kutlayan klasik mesajlardan/kalıplardan ibaret. Oysa tarihimizde bu tarz önemli günlerin; okurun/izleyicinin konuyu içselleştirebileceği, klasik söylemlerden bir nebze uzak, farklı bir bakış açıları ile sunulması gerektiğini düşünüyorum.

Hepimizin malûmu olduğu üzere, Cumhuriyet öncesi ülkemiz, tıpkı bugünlerde yakın coğrafyamızda yaşanmakta olduğu gibi Emperyalist güçlerin saldırısına maruz kaldı.  Bu doymak bilmeyen, azgın, kudurmuş güçler, içerideki işbirlikçileri ile birlikte topraklarımızı işgâl ederek bizleri kendilerine köle yapmaya çalıştılar. Oysa unuttukları bir konu vardı, işgal etmeye çalıştıkları ülkenin insanları; dirençli-inançlı, boyun eğmeyen, savaşçı bir milletti. 30 Ağustos yazımda da belirttiğim üzere ülkemizi, “Kuvayı Milliye Ruhu” ile bu azgın emperyal güçlerden temizledik ve tam 100 yıl önce Cumhuriyeti ilân ettik. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu destansı kuruluşunun üstünden bugün dile kolay tam 100 yıl geçti. Bu süreçte ülkemiz sayısız badireler atlattı. Bugün tüm bu güçlükleri el birliğiyle bertaraf ederek geldiğimiz 100. yılda, geriye dönüp baktığımızda ülkemizin birçok başarıya da imza attığını görebiliriz. Bu başarıda halkın mücadeleci ruhunun ön plana çıktığını belirtmek gerekir. Zira Cumhuriyeti Cumhuriyet yapan bizleriz. Biz ona ve ilkelerine sahip çıktığımız ölçüde Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır”. Cumhuriyeti kuran kadrolar kadar onların izinde emanete sahip çıkan, Cumhuriyetin tüm kazanımlarına inanan ve onları içselleştiren bizlerin katkısıdır. Öyle olmasaydı bugün ülkemiz, dünyanın gördüğü iki dünya savaşını takiben kurulan devletlerin bile tarihin tozlu raflarına kalktığı, dünyanın mazlum milletlerine örnek olabilen, 100 yıllık bir çınara dönüşebilirmiydi.  Elbette ülkenin ve Cumhuriyetin mirasçıları olarak bizlerin, ülkemizin ve Cumhuriyetimizin kuruluşunda emeği geçen başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm kurucu kadroları, her daim minnet ve şükranla anmamız gerekir. Unutulmamalı ki bu kadrolar öyle bir fidan diktiler ki birçok badireye rağmen bugün itibarıyla 100 yıllık koca bir çınara dönüştük.

Cumhuriyetimiz 2. yüzyılına girerken en önemli mevzu, elbette bizlerin emanet aldığı tüm değerlere bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da sonuna kadar sahip çıkmak olduğudur. Ülkemizin bölünmez bütünlüğünü korumak, boynumuzun borcudur. Bu doğrultuda bizlere düşen vazife; hemen her yazımda belirttiğim üzere, birlik ve beraberliğimizi korumak ve her daim kenetlenmek, ülkemizi, cumhuriyetimizi, cumhuriyetimizin tüm kazanımlarını sahiplenmek, teferruatlarda boğulmamak, hep büyük resimden bakmak, emperyalist güçlere karşı her zaman tek vücut olmak.

Sonuç: Cumhuriyetimiz 2. yüzyılına girerken, ilelebet payidar kalmak istiyorsak; günümüzde tüm olup bitenlere büyük resimden bakarak, uyanık bir şekilde, hain tuzaklara düşmeden, tıpkı ülkeyi kurarken ki ulusal bilinçle tek vücut olarak hareket etmemiz gerek ve şart.