Gündem sayfalarının karmaşasında dolaşırken, bazı manşetler sıyrılıp gözüme çarptı; beni düşünmeye itti.

“Şanlıurfa’da, 14 yaşındaki bir çocuk, tartıştığı 16 yaşındaki arkadaşını bıçaklayarak öldürdü.”
“Mersin’de, 14 yaşındaki çocuk, babasıyla tartışan kişiyi silahla vurdu.”
“Çanakkale’de, çocuk kavgası cinayetle bitti.”

Bunlar, ‘çocukların sessiz çığlığı’ değil.
Bunlar, bir toplumun çürümüşlüğünün haykırışı.
Ve hepimiz, bu haykırışı yıllardır görmezden gelen sağırlarız.

Herkes aynı soruyu soruyor: “Bu çocuklar nasıl bu kadar şiddet dolu oldu?”
Oysa asıl sorulması gereken şu: Bu toplum ne zaman, çocukların şiddetle büyümesine göz yumar hale geldi?

Suça karışmış çocukları savunmuyorum.
Ama onları yalnızca suçlayarak, içine düştüğümüz bu çürümeyi saklayamayız.
Bu çocuklar bir sabah uyanıp, ellerine bıçak ya da silah almadı.
Onları biz yetiştirdik.
Bizim toplumumuz, bizim sokaklarımız, bizim suskunluğumuz şekillendirdi.

Herkes çocuklara bakıyor. “Bu çocuklar nasıl böyle oldu?” diyor.
Kimse aynaya bakmıyor.

Bu nasıl bir toplum ki, çocuklar artık çocuk gibi değil;
bıçakla, silahla, nefretle büyüyor?

Şiddet ekranlarımızda, sokaklarımızda, ailelerimizin içinde dolaşıyor.
Çocuklar artık şefkati değil, öfkeyi izleyerek büyüyor.

Gündüz kuşağının akıl almaz olayları, ekranlardaki mafya dizileri, içi boş sosyal medya içerikleri ve her yere sinmiş o zorbalayıcı nefret diliyle bir nesil şekilleniyor.

Ekranlar sevmeyi değil, saldırmayı öğretiyor.
Şiddet öğrenilir; insan sadece deneyerek değil, izleyerek ve taklit ederek de öğrenir.

Televizyonda, evde, okulda maruz kalınan her kötülük yeniden üretiliyor.
Şiddet, ekranlardan inip sokaklara yayılıyor.

Bulaşıcı bir kötülük sardı etrafımızı.

Daha kaç canımızın koparılmasına sessiz kalacağız?
Kaç Ahmet, kaç İkbal, kaç Ayşenur daha bu hayattan kopacak?

Çiçeklerimizin birer birer kırılmasına seyirci mi kalacağız,
yoksa sonunda sorumluluklarımızı mı üstleneceğiz?

İyi bir ebeveyn olmak, iyi bir öğretmen olmak,
hatta iyi içerikler sunan ya da sunulmasını sağlayan bireyler olmak için artık biraz gayret göstersek mi?

Yoksa bu karanlığın içinde hep birlikte körleşmeye devam mı edeceğiz?