Zaman eskisinden daha mı hızlı akıyor, yoksa biz mi her şeyi hızla tüketiyoruz? Evet, zaman zaman birçoğumuz bu soruya yanıt aramaya çalışmışızdır. Peki, gerçek anlamda bir yanıt bulabildik mi? Tüketim çağının belki de en büyük problemi zaman kavramıdır. Gün geçtikçe zaman kavramına karşı algımız değişiyor; sanki günler hızla akıp gidiyor. Oysa hızlanan şey zaman değil, teknolojinin de beraberinde getirdiği hızlı ulaşım ve tüketimdir.
Dijital çağ, hızlı bir hayat sunuyor. Anında ulaşılabilen bilgi akışı hayatımıza kolaylık sağladığı kadar hayatımızı farklı boyutlara da taşıyor. Modern yaşam adı altında insanlar sürekli bir koşuşturmaya sürükleniyor ve kayboluyor. Hele bir de sosyal medya ve teknoloji de işin içerisine girince, kıymetsiz bir hayat kaçınılmaz oluyor. İlişkiler, dostluklar kendini giderek yeterince değersiz ve yüzeysel bir akışa bırakıyor. Günler birbirine benziyor ve her şey kendini tek düze bir akışa sevk ediyor. Oysa önceleri böyle miydi?
Önceden her şey daha zahmetliydi dolayısıyla bu zahmet, yaşamı daha da kıymetli kılıyordu. Örneğin, eskiden mektuplaşma kültürü vardı. Birine ulaşmak zaman alır, her kelimenin değeri olurdu. O mektupların içerisindeki sohbetler daha derindi ve ilişkiler emek isterdi. Günümüz için ise bunu dile getirmek maalesef ki pek mümkün değil. Her şeyin hızla tüketildiği bir dönemde ilişkiler de hızla savruluyor, bağlar zayıflıyor ve duygular etkisiz kalıyor.
Hızlı tüketim, geçiciliği ve doyumsuzluğu beraberinde getirdiği gibi sabretme becerisini de bizden uzaklaştırıyor. Beklemeye, uğraşmaya daha önemlisi emek vermeye tahammülümüz kalmadı. Her şeyden daha çabuk sıkılıyor ve sürekli yeni arayışlar içerisine giriyoruz.
Dolayısıyla zaman hızlı akmıyor onu biz hızlandırıyoruz. Hızlı tüketim bize her şeyin eskisinden daha çabuk akıp gidiyormuş hissini veriyor. Ne geçmişe dokunabiliyoruz ne geleceğe yetişebiliyoruz akışta kayboluyoruz.
Sizlere akışta kaybolmadığınız, gerçekten kıymetli bir hayat diliyorum.