Akşehir'in beyleri Hoca’yı yemeğe davet etmişler. Hoca nereden bilsin, davete günlük kıyafetiyle katılmış. Katılmış ama ne hoş geldin ne de sefa getirdin diyen var. Herkes allı pullu kıyafetlilere el pençe duruyormuş. Hoca bir koşu evine giderek sandıktaki işlemeli kürkünü giyip yemeğe geri dönmüş. Az evvel hoş geldin bile demeyenler önünde yerlere kadar eğilmişler. Hocayı yere göğe sığdıramayarak başköşeye oturtmuşlar. Kuzunun en hasını önüne koymuşlar. Herkes Hoca'nın yemeye başlamasını bekliyormuş. Hoca bir taraftan kürkünün kolunu sofrada sallamaya bir taraftan da “Ye Kürküm Ye! Ye Kürküm Ye!” demeye başlamış. İlahi Hoca demişler, kürkün yemek yediği nerde görülmüş? Hoca taşı gediğine koymakta gecikmemiş; “Kürksüz adamdan sayılmadık, itibarı o gördü yemeği de o yesin!”

Hocanın fıkrası çoktur. Ama benim en beğendiğim fıkralarından birisi budur. Görüldüğü gibi Hoca, dış görünüşe verilen önemin insanın kendisine verilen önemin önüne geçtiğini vurgulamıştır. Aslında insanoğlunun varoluşundan beri hep aynı dava süregelmiştir. Tek fark oradaki kürk; para olmuş yahut makam ve mevki olmuştur. Ve bu olgulara göre değer yargısı oluşmuştur. Ye Kürküm Ye fıkrası; vahşi kapitalizmin yarattığı, biçime soktuğu insanları mükemmel bir şekilde özetlemiştir. Onlar insana değil Kürk’e itibar ederler. Hoca, bunun anlamsızlığını harikulade bir biçimde açığa çıkarır. 800 yıl önce bu kişilere ince bir ayar vermiştir.

Sosyal medyada Avrupa'da yapılan bir sosyal deney örneğine denk gelmiştim. Bir adam, saçı sakalı karışmış üstüne pespaye, eski elbiselerini giyip otobüs durağına gidiyor. Otobüs geldikten sonra şoföre; “Acil olarak bu otobüse binmem gerekiyor, daha sonra para basacağım” diyor. Otobüs şoförü bu adama bunun mümkün olamayacağını, kurallara riayet etmesi gerektiğini ve otobüsten inmesini söylüyor. Adam gerisin geriye otobüsten iniyor.

Aradan kısa bir süre geçiyor. Aynı adam saçını sakalını tıraş etmiş üstüne takım elbise giymiş, çok şık bir şekilde otobüs durağına gidiyor. Otobüs geldikten sonra şoföre; “Kartımı yanıma almamışım, toplantıya yetişmem lazım. Binebilir miyim?” diyor. Şoför bu sefer gayet saygılı bir şekilde tabi efendim binebilirsiniz deyip adama gülüyor ve içeri buyur ediyor.

Deneyin sonunda şoföre; “Bundan önceki üstü kirli, sakallı adam da bendim şimdiki şık giyimli adam da benim. Neden daha önce beni otobüse almadın?” diye soruluyor. Şoför şaşkın bir şekilde donup kalıyor tabi. Tıpkı Nasreddin Hoca'nın yemekte kürküne “Ye kürküm ye” dediğini görüp şaşıran insanlar gibi.

Öte yandan kıyafet, makam ve lüks yaşamı, insanların saygınlığını arttırıcı bir etmen olarak görmek mantık hatası değil de nedir? Ne yani zengin ve şık giyimli diye biz bir insanın yalanlarını, yanlışlarını, palavralarını görmezden mi geleceğiz? Sonra zengin ve şık giyimli değil diye yine bir insanın sözlerine itibar etmeyip doğrularını görmezden mi geleceğiz?

Ne yazıktır ki geliniyor? Makam mevki, para, statü sahibi olmayan bir insanın sözlerine itibar edilmiyor. Öte yandan bunlara sahip bir insanın önünde el pençe divan duruluyor. Burada Mevlana'nın sözü geliyor aklıma: “Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok, nice elbiseler gördüm içinde insan yok.”

Sadece yabancı, tanımadık insanlara karşı değil bu tavır. Akraban bile sana bu tavrı takınabilir. Yıllar önce aynı ekonomik koşullarda olduğun bir yakının bugün senden zenginse sana otobüsteki adama davranan şoför gibi davranabilir. Hatta tanımazdan bile gelebilir. Bu insanları olduğu gibi mi kabul etmeliyiz peki? Kendini beğenmiş, kibirli, insanları maddi çıkar olarak gören bu zenginleri! Hayır, bana kalırsa bu insanları kabul etmemeliyiz. Ya Hoca gibi ders vermeli yahut meclislerinde bulunmamalıyız. Ta ki değişene kadar.

Sonuç olarak; insanlar üstündeki değer yargımız üzerlerindeki elbiseye, gelmiş oldukları makama yahut para ve mallarına değil bizatihi insanın kendisine olsun. Tüm bu maddi olguların geçici olduğunu da aklımızdan çıkarmayalım. Sonuçta yaşlandığın zaman yanında iki çift laf edebileceğin bir insan mı görmek istersin yahut süslü kıyafetler, araba belki de harcayamayacağın paranın mı bulunmasını istersin? Karar senin...

Son bir şiir:

Hocam kaç asır geçti bu fıkradan

Gelişmedi değişmedi insan aynı insan

Fakir yine hakir yine değersiz

Görmüyor saygı kürksüz elbisesiz

Sen dedin “ikram kıyafete ye kürküm ye”

Bugünleri görsen derdin “ye makamım ye”

İbret alınır mı senin bu fıkrandan

Vazgeçer mi insan makamdan paradan