Elbette memleketin büyük çoğunluğu benim gibi düşünmüyor, halkımız halinden memnundur diye buyuracak yandaş medyacısı, simitçisi,. kahvecisi, gazozcusu. Zaten her tür tartışma sokak kavgası kabilinden çok olanın kendini dayattığı bir hatta ilerliyor. Çok bilmenin, söyleyecek çok sözü olmanın değil, sadece çok olmanın geçer akçe olduğu bir dünya. Halinden memnun olmayan bizleriz ne de olsa. Bizler kim miyiz? Bizim kendimizi bilmemizin ne önemi var, bizim kim olduğumuzu soran yok artık. Nasıl olsa biz bize benzemişiz, birileri bizi fena halde benzetmiş, kimi KCK’lı demiş, kimi Ergenekoncu, kimi Devrimci Karargahlı, kimi bilmem ne bela... Bu yazılanların, bu söylenenlerin yok hükmünde olduğunu bile bile, yok sayılacağını bile bile, mış gibi yapanların ülkesinde, söylemeyip söylenenlerin ülkesinde vardım, varım, varolacağım demek de neyin nesi? 
Sen varsan da, ben seni yok sayacağım. Seni var etmeye çalışanların mezarını kazacağım. Varlığın varlığıma armağan olacak. Armağanım bu ülkeye biat, itaat, biatta ve itaatta ittihat olacak. Ya olacak ya olacak! 
Bu ülke zaman zaman beni bile şaşırtıyor. Birileri herhangi bir konuda ağzını açtığında renkten renge giriyor yüzüm, bu kadar cehaletle yaşamaya mahkum muyuz deyip bucak bucak kaçma hissi duyarken biat ve ittihat ortamında, yüzümü ODTÜ’lüler ağartıyor. Yanlış anlaşılmasın, öğrencileri değil yüzümü ağartan, onları zaten biliyoruz. Biliyoruz dediğime bakmayın, en azından şimdilerde empatik bir hal içindeyiz onlarla, büyüyemedik bir türlü, onların da sayıları az toplasan, toplasak etmeyiz talebe milletinin onda biri. Kimi sevgili, kimi kariyer derdinde, kimi hayat gailesinde, gerisi bilcümle biat ve ittihat mektebinde, ODTÜ kampüsündeki 300 kişiye kalmıştır memleketin derdi. Onlara kalmıştır dünyanın derdi, ki bizim için de öyleydi. Eskiden biraz şanslıydık. 800’leri, 1000’leri görenler olmuştur netekim, lakin o, o zamanlardı. O zamanlardan bu zamanlara değişen bir şey oldu da hayretler içinde kaldım. ODTÜ Rektörlüğü öğrencisine sahip çıktı ve olaylarda öğrencilerin yaralandığını, binaların camlarının karıldığını ve derslerin aksadığınının belirtildiği açıklamada şöyle dedi: “Polisin, protesto hakkını kullanmak isteyen öğrencilere karşı şiddet kullanmaktan kaçınmasının önemini ve gereğini bir kez daha vurgulamak istiyoruz.” Bize hiç nasip olmadı durum. Çok mu laf etttiler, çok mu ileri gittiler. Ya da 28 Nisan 1960’ta Adnan Menderes hükümetinin baskısını en yoğun biçimde hissettirdiği dönemde, 
İstanbul Üniversitesi öğrencileri Menderes hükümetini protesto etmek için Beyazıt Kampüsü’nde toplandığında. Kampüsün içine giren polisler öğrencilere müdahale etmeye başlayınca dönemin İstanbul Üniversitesi Rektörü Ordinaryüs Profesör Sıddık Sami Onar öğrencilerini korumak adına polislerin önüne geçti ve üniversiteyi terk etmelerini istedi. Bu sözler üzerine Sıddık Sami Onar, polis şefleri Bumin Yamanoğlu ve Zeki Şahin tarafından dövüldü, yerlerde süründürülerek emniyete götürüldü. Hocalarının polis tarafından darp edildiğini gören üniversiteli öğrenciler, Sıddık Sami Onar’ın durumunun iyi olduğunu öğrenene kadar emniyet önünden ayrılmadılar. Böyle bir kahramanlık örneği de yok. Ya da Bursa 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde ikinci kez hakim karşısına çıkan Sevil Sevimli’nin duruşmasını Fransa ’nın İstanbul Başkonsolosu Herve Magro ile Lyon  Üniversitesi Rektörü Jean Luc Mayaud da izledi. Lyon 2 Üniversitesi Rektörü Mayau, “20 yaşındaki genç dünyayı değiştirmek ister” sözü ile özetlenecek bir algı dünyasının bu topraklarda oluşması zaten imkansız. Yahu nasıl olmuşsa olmuş, ODTÜ rektörlüğü bir densizlik etmiş ve hiç gereği yokken öğrencisine sahip çıkmış. “Polisin, protesto hakkını kullanmak isteyen öğrencilere karşı şiddet kullanmaktan kaçınmasının önemini ve gereğini bir kez daha vurgulamak istiyoruz” demiş. Ey yurdumun geri kalan sevgili adsız rektörleri, biliyorum sizin indinizde bir şey protesto edilemez. Hele bu ülkenin Başbakanı ise sümme haşa, eleştiri gücünü şiddetten alsa ne almasa ne, şiddetin kaynağını sorgulama zaten akıllara gelmez. Bir üniversite kampüsünde 2500 polis, bilmem ne kadar TOMA, bilmem ne kadar gaz bombası... Kim gücünü şiddetten alıyor, bu sorunun cevabını Türkiye üniversiteleri verebilir mi? Biz ve bizim gibiler, büyüyen Türkiye’nin küçülen zihniyetleriyiz, anladık biz bilemeyiz. Hadi bize siz anlatın!