Nasreddin Hoca 1208 yılında Sivrihisar’da doğmuştur.Daha sonra gençlik yıllarında Akşehir’e göçmüş olup hayatını burada ikame ettirmiş ve yine burada vefat etmiştir.Ben de bir Akşehirli olarak ve hocanın fıkralarının neredeyse tümünde yaşadığı yer olarak burasının adı geçmesi hasebiyle memleketini Akşehir olarak kabul ediyorum.Hoca lakabını yaşadığı dönemde imam,vaiz veya kadı olduğu için mi aldı kesin olmamakla beraber bugün Anadolu insanının en önemli mizah kahramanlarından biri olduğu tartışılmaz bir gerçek. Çünkü Hoca, Anadolu insanının bilgeliğini,hem sivri dili hem de kıvrak zekası ile temsil ediyor. Fıkraları da bu mizah ve bilgeliğin ürünleridir.Bizim için Nasreddin Hoca, topluma ve toplum değerlerine bakışı ile bir sosyolog, insan ruhunun derinliklerine nüfuz edişi ile bir psikologtur. Banarlı onun için “Karısı, çocuğu, komşuları, şakacı Akşehir delikanlıları, evine giren hırsızlar, zahmet veren dilenciler, ona akıl danışmaya gelen Akşehirliler, onun halkı ellerinden kurtarmaya çalıştığı zalim Moğol emirleri ve başından geçen vakaların çoğunda rolü olan çilekeş boz eşeği ile asırların hayalinden ve neşesinden silinmeyen büyük bir zekadır.” der.
   
Nasreddin Hoca olaylara bakış açısı,problemleri çözme kabiliyeti ve hazırcevaplılığıyla kendimize örnek alabileceğimiz bir halk adamıdır. Toplumsal ve ahlaki değerlerin bir çoğunu Hoca’nın fıkralarında görmemiz mümkündür.

Örneğin hoşgörü ile başlayalım. İnsanoğlu olarak birçoğumuz bazı durumlar ve insanlar karşısında hoşgörümüzü muhafaza edemeyiz. Umarsızca bir acımasızlık ve sinirlilik ruhlarımızı kaplamış durumda.Karşılaşılan olaylara aşırı tepki vermekle beraber hemen bir intikam duygusuna girmemizde an meselesi.Oysa ki Hocamız böyle değil. Fıkralarında hoşgörü mesajı ile birçok olay vardır. Öte yandan Hoca'nın fıkralarında hoşgörüsüzlükte yer alır. Fakat bu hoşgörüsüzlük; tembelliğe, sorumsuzluğa ve kimi zaman adaletsiz kadılaradır.

Fıkra şu: (Eşeğin istediği yere)

Nasreddin Hoca bir gün eşeğine binmiş. Eşeğin inadı tutmuş bir türlü başını gideceği yöne çevirememiş. Bunu gören komşusu; “Nereye gidiyorsun Hocam?” diye sormuş. Hoca da; “eşeğin istediği yere” demiş.

Hoca bu fıkrada bazı konularda inatlaşmanın doğru olmadığına dikkat çekmiştir. Ve aynı zamanda eşeği bile olsa ona şiddet uygulamamış hoşgörü ile davranmıştır. Günümüz insanoğlu insana bile hoşgörü ile yaklaşmazken Hocamızın eşeğine hoşgörü ile davranmış olması bizim için ibretlik bir derstir. İçinde hoşgörünün kırıntısı olmayan insanlar sözüm ona Hoca'nın eşeğini şiddetli kırbaç darbeleriyle yola getirmesini isterler. Tabiri caizse bu insanlar “hayvana hoşgörü göstermeyen insana hiç göstermez” sözünün vücut bulmuş halidirler. Hoşgörülü olalım; hayvana, doğaya ve özelliklede insanlara!

Komşuluk değerlerimize ilişkin: Kültürümüzde ve dinimizde komşuluk çok önemli bir yere sahiptir. Komşusuzluk insanı yalnızlığa ve çaresizliğe sürükler. Komşuluk sadece maddi yönden değil manevi yönden de önemlidir. İnsanın en azından sevincini, hüznünü paylaşacağı bir komşuluk ilişkisine ihtiyacı vardır. Nasreddin Hocamız komşuluk ilişkisine önem vermiştir. Bunu fıkralarında görmekteyiz. Fakat komşularını yerdiği fıkraları da vardır. Komşu olarak belirli sorumluluklarımızın olduğunu ve bazı sınırları geçmememizi hatırlatır. Fıkra şu: Bir gün Hoca eve doğru yürüyormuş. Arkadaşı arkadan seslenmiş: “Aman Hocam gördün mü? Biraz önce geçen helva kazanı ağzına kadar doluydu.” Hoca istifini bozmadan “banane!” demiş. Arkadaşı: “Ama hocam helva kazanı sizin eve doğru gidiyordu.Buna ne dersin” deyince Hoca: “O zaman sanane” demiş.

Bu fıkrada hoca özel hayatın ve mahremiyetin önemini nükteli bir dil ile vurgulanmıştır. Bizler her şeyden haberdar olmak isteğiyle ve bitmek bilmeyen merakımız yüzünden çoğu zaman başka insanların mahremiyetine müdahale ederiz. Karşımızdaki insanın rahatsızlık duyup duymamasını önemsemeyiz. Ki bu yanlış bir davranıştır. Komşuluk ilişkilerimizin bir sınırı vardır. Eğer evinden çıkmış bir komşunuza bıktırma derecesine getiren “Nereye gidiyorsun, ne aldın, size kim geldi, ne yediniz vb “ gibi sorular sormak, hatta ve hatta açık bırakılan kapıdan pat diye içeriye dalmak sınırı aşan ve mahremiyeti zedeleyen davranışlardır. Komşuluk çok önemli bir olgudur fakat komşuluktaki sorumluluklarımızı ve sınırlarımızı aşmamak kaydıyla.

Hasta ziyareti adabı: Yine kültürümüzde ve dinimizde önemli bir yere sahiptir hasta ziyareti. Ve komşuluk haklarımızdan birisidir. Hasta ziyaretinin önemi kadar bu ziyaretin adabı da önemlidir.
Fıkra şu: Hoca bir gün hastalanmış ve yatağa düşmüş. Bunu duyan komşuları hocayı ziyarete gelmişler. Fakat gelenler çok uzun kalıyorlar çok da konuşuyorlarmış. Üstelik bu konuşmalar moral bozucu sözlermiş. Yine bir gün komşusu gelmiş. “Hocam demiş hastasın belli… Ecelin nereden geleceği belli olmaz. Vasiyetini hazırladın mı?” Hoca : “Evet demiş hazır.” Komşusu: “peki ne yazdın Hocam? diye sormuş Hoca: “Vasiyetim şudur ki hasta ziyaretine gittiğiniz zaman, yanında fazla kalmayın.”

Hoca bu fıkrada yine komşusunu kırmadan önemli bir mesaj vermiştir. Hasta kişiyi ziyaret etmek önemli ama uyulması gereken kurallar da önemlidir. Hasta ziyaretine gittiğimiz zaman süreyi kısa tutmalıyız. Hasta başında yüksek sesle konuşmamalıyız. Hasta mahremiyetine karşı saygılı olmalıyız, moral bozucu söz ve davranışlardan kaçınmalıyız.

Doğruluk: Şüphesiz ki Allah’a hakkı ile kulluk eden kimse doğru olmalıdır. Öyleki her namazda okuduğumuz Fatiha suresinin 6. ayetinde “Bizi doğru yola ilet” deriz.Doğruluk; düşüncelerimize,sözümüze ,niyet ve davranışlarımıza yansımalıdır. Her ne durumda olursak olalım hiçbir şekilde doğruluktan taviz vermemeliyiz.

Fıkra şu: Nasreddin Hoca eve 2 okka et getirir. Karısına: “Akşama misafir gelecek yahni yaparsın” der. Evdeki komşu kadınları Hocanın karısını kandırırlar ve iki okka eti pişirip yerler. Akşam yemeğinde misafire: çorba, arkadan pilav ve hoşaf getirilir. Fakat Hoca da Şafak atar. Karısına: “et ne oldu?” diye sorar. Karısı: “kedi yedi” diyince Hoca kafasını kaşır ve sonra kediyi ve kantarı getirmesini söyler. Kediyi tartar bakarki iki okka gelir Bunun üzerine karısına : “Hatun bu et ise kedi nerede 2 okka kedi ise et nerede? der.

Bu fıkrada da görüldüğü gibi Hoca doğruluk ve dürüstlükten yanadır ve fıkralarının çoğunda yalancı ve sahtekar İnsanların bu hareketlerini yüzlerine vurur. Ama bunu yaparken yine kıvrak zekasını ve nüktedan dilini kullanır. Öyleki karısı bile bundan nasibini almıştır. Hocamızın verdiği bu mesajı doğru okumak lazımdır. Yalandan kaçınmalıyız, karşımızdaki İnsanların iyi niyetlerini suistimal etmemeliyiz. Ve özellikle de doğru olmayan davranış en yakınımızdan gelse dahi biz doğru olan durumu söylemeliyiz yani hakikati.

İnsanları dış görünüşlerine göre yargılama: Günümüzde çoğumuzun yaptığı dış görünüşe aldanma hastalığını Nasrettin Hocamız eleştirmiştir.

Fıkra şu: (Ye kürküm ye)
Akşehir'in beyleri hocayı yemeğe davet etmişler. Hoca nereden bilsin davete günlük kıyafetiyle katılmış, katılmış ama ne hoş geldin ne de sefa getirdin diyen var. Herkes allı pullu kıyafetlilere el pençe duruyormuş. Hoca bir koşu evine giderek sandıktaki işlemeli kürkünü giyip yemeğe geri dönmüş. Az evvel hoşgeldin bile demeyenler önünde yerlere kadar eğilmişler. Hocayı yere göğe sığdıramayarak başköşeye oturtmuşlar. Kuzunun en hasını önüne koymuşlar. Herkes Hocanın yemeye başlamasını bekliyormuş. Hoca bir taraftan kürkünün kolunu sofrada sallamaya bir taraftan da “Ye Kürküm Ye! Ye Kürküm Ye!” demeye başlamış. İlahi Hoca demişler kürkün yemek yediğini Kim görmüş? Hoca taşı gediğine koymakta gecikmemiş. “Kürksüz adamdan sayılmadık, itibarı o gördü yemeği de o yesin!”

Burada da görüldüğü gibi Hoca; dış görünüşe verilen önemin insanın kendisine verilen önemin önüne geçtiğini vurgulamıştır. Aslında insanoğlunun varoluşundan beri hep aynı dava süregelmiştir. Tek fark oradaki kürk; para olmuş yahut makam ve mevki olmuştur. Ve bu olgulara göre değer yargısı oluşmuştur. Ye Kürküm Ye fıkrası kapitalizmin yarattığı insanları mükemmel bir şekilde özetlenmiştir. Onlar insana değil kürk'e itibar ederler. Hoca bunun anlamsızlığını harikulade bir biçimde açığa çıkarır. Nasreddin Hoca tabiri caiz ise 800 yıl önce bu kişilere ince bir ayar vermiştir. Bizler de Hoca’nın torunları olarak insanları dış görünüşlerine göre yargılamayı bırakalım. Mevlana'nın dediği gibi “Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok, nice elbiseler gördüm içinde insan yok” bu söz insanları değerlendirirken bize kılavuz olmalıdır. İnsanlara nasıl olurlarsa olsunlar kayıtsız şartsız değer veririm. Değer yargımız üzerlerindeki elbiseye, gelmiş oldukları makama yahut para ve mallarına değil bizatihi insanın kendisine olsun.

Çıkar ilişkileri: Son zamanlarda etrafımıza baktığımızda bolca görülen ilişki türüdür ve bana göre de en berbat olanıdır. En yakın olduğumuz kişilerler ve hatta akrabalarımızla bile bir çıkar ilişkisi söz konusu. Akrabalarından herhangi bir kazancı olmadığında onların yüzüne dahi bakmayıp, selamını dahi almayanlar -bu amca,dayı,ve dahi kardeşiniz olabilir- herhangi bir çıkar ilişkisi sonucu birden yanınızda bitebilirler. Karşınızdaki kişiyi sevmeniz ve aynı şekilde ondan da bu sevgiyi tam ve eksiksiz olarak beklemeniz bile bir çıkar ilişkisidir. Çıkar ilişkisinde kişi tüm durumlarda önce kendisini düşünür. Olanaksız bir şekilde bir yerden, hak etmediği bir kazancı sağlasa ve bu onun çıkarına aykırı bir durumda değil ise hiç bir suretle ahlaki değerleri düşünmeyecektir.

Fıkra şu: (Kazan doğurdu)
Hoca komşusundan bir gün kazanı ödünç ister, iade ederken de teşekkür eder hem de içine minik bir kazan koyar. Komşusu merakla bu minik kazanı sorunca da : “Komşu bizdeyken kazanın doğurdu “‘der. Komşusu bu işe pek sevinir. Aradan epey zaman geçer Hoca yine komşusundan kazanını ödünç ister, komşusu da sevinerek verir. Ama bu kez aradan günler, haftalar hatta aylar geçer kazandan ve Hocadan ses çıkmaz. Nihayet bir gün komşusu konuyu açmaya karar verir. “Hocam bizim kazana ne oldu?” diye sorar. Hoca da üzgün bir ifade ile : “Komşu çok zaman geçti aradan, senin kazan öldü, sana nasıl söyleyeceğimi düşünüp duruyordum” der. Sinirlenen komşusu “Hocam ne diyorsunuz, kazan hiç ölür mü? Kazan canlı mı ki ölsün!” der Hoca :”Doğurduğunu kabul etmiştin,sesin çıkmamıştı. Şimdi öldüğüne niye inanmıyorsun” der.

Bu fıkrada Hoca; kendi çıkarlarını düşünen insanların ve karşısındakileri aldatmaya çalışanlara iyi bir ders vermiştir. Benzer durumda günümüzde de karşılaşırız. İnsanların bitmek bilmeyen bencillikleri ve çıkar ilişkileri etrafımızı sarmış durumda. Oradaki kazan günümüzde kazanç olarak karşımıza çıkar. Çıkarlarını düşünen insanlar kazancın her türlüsünü mübah görürler. Ama bu kazanç ellerinden bir kere gittiği zaman koparırlar feryadı. Durum ne olursa olsun karşımızdaki insanların iyi niyetlerini suistimal edip, sürekli çıkar arama İşine girmemeliyiz. Unutmayalım İlişkilerin en beteri çıkar ilişkisidir.

Güven: Son olarak günümüzde birçok insan, bir arkadaşımız bizi yüzüstü bıraktığında, yalnızlığa terk ettiğinde onunla hemen küseriz. Bunda haklı sebeplerimiz de vardır belki. Ve fakat Nasrettin Hoca tüm Akşehirliler kendisini yüzüstü bırakmasına rağmen onlarla küsmek yerine önemli bir ders vermiştir.

Fıkra şu: Timurlenk Nasrettin Hocanın köyüne uğrar. Köylü Timur’u layıkıyla ağırlar.Timur da giderken bu konukseverliğine karşılık “köyünüze bir erkek fil hediyem olsun” der ve gider.Fil bu, zamanla bağ bahçe koymaz, her yanı talan eder. Köylü ne yapsın çaresiz Timur'un hediyesi diye ses çıkarmaz. Hocaya “ aman Hocam perişan olduk bizi kurtar, biz bu file bir şey yapsak Timur kellemizi alır” derler. Hoca “tamam der Timur ile konuşacağım ama bir şartım var sizde arkamda duracaksınız” der. “Tamam” der köylü. Hoca önde arkasında köylü yola düşerler. Timur'un çadırına yaklaştıkça korkan köylüler tek tek Hoca'nın arkasından ayrılır. Timur : “Hoca niye geldin, film nasıl?” diye sorar. Hoca “Padişahım bu filiniz.. derken arkasına bir bakar ki kimse kalmamış, herkes kaçmış. Timur “Ee nolmuş filime?” Hoca “Hediyeniz olan erkek filden çok memnun kaldık lakin yalnız kalmasından dolayı üzüntülüyüz, yanına bir tane de dişi fil istiyoruz” der. Timur sevinir ve bu isteği yerine getirir. Hoca köye döner. Etrafına köylüler toplanır. “Hocam ne yaptın hallettin mi meseleyi” der. Hoca gülerek “sizin belanın dişisi geliyor” der. Köylüler üzüntü içinde “ aman hoca yaktın bizi”
Hoca “sizi ben değil kendiniz yaktınız" der.

Fıkrada da görüldüğü gibi halk Hoca'yı yalnız bırakmış, hoca bu duruma karşılık onlara kıvrak zekası ile iyi bir ders vermiştir. Yüzüstü bırakmak kötü bir davranıştır. Adeta beraber dikilmiş bir binanın çöktüğü anda altında tek başına kalmaktır. Güveni kökten yitirirsiniz ve bu güven bir daha asla yerine gelmez.Siz siz olun kimseyi yarı yolda ve yüzüstü bırakmayın..

Tüm bu olay ve değer yargılarında Nasrettin Hoca ve fıkralarından dersler aldık. Zaten Nasrettin Hoca fert ve toplumu her yönüyle çok iyi tanımış insanların; aile, komşuluk, dostluk hatta ticari münasebetlerinde dahi gördüğü aksaklıkları düzeltmek ve insanlara nasihat etmek maksadıyla onları düşünmeye ve doğruya sevk etmiştir. Bizde günlük hayatımızda karşılaştığımız olaylarda, her şeyi kırıp dökmekten çok,sorunlarımızı böyle mizahi ve akılcı yollarla halledersek hem itibarımızı korumuş hem de karşı taraftaki insanları incitmemiş oluruz. Hoca'nın fıkralarını okurken hem gülüyor hem de ince düşünmemizi sağlıyorsa ve artık bu durumu hayatımıza tatbik ediyorsak tabiri caiz ise her birimiz temsili Bir Nasreddin Hoca oluyoruz demektir.