Onu şimdi değil de gençliğinde görecektiniz, gençliğinde görecektiniz ki ne canlar yakmıştı bu Limon Mehmet. O zamanlar şimdi olduğu gibi saçları dökülmüş müydü? Dişleri birer ikişer senelerle birlikte eksilmiş yerini şimdi olduğu gibi takma dişlere mi bırakmıştı. Yetmiş yaşına gelmesine şurada kaç yıl kalmıştı. Bu yılı da saymazsan yetmiş yaşına varmasına dört yıl vardı. Ömür dediğin nedir ki? Ömür su gibi akıp gidiyor. Allah ömür nasip ederse yetmişini de görürdü, seksenini de… Allah nasip ettikten sonra… fakat O yetmişine varmadan işinin bittiğine inananlardandı ya… Hep gençliğiyle, hep gençliğinde başından geçen serüvenlerle avunurdu. Bir zamanlar diye bir başladı mı, bir tatlı anlatır, bir tatlı anlatırdı ki, onu ne zaman dinlesem, eğer yazmış olsaydı, çok güzel bir hikâye yazarı olabilirdi; diye düşünürdüm.

O gün yine kahvehanenin camekânına yakın bir masaya oturmuş, dışarıdan gelip geçenleri seyrediyor, onlardan habersiz onlara dair düşüncelerimle hikâyelerini yazıyordum. Bu arada uzaktan bizim Limon Mehmet göründü. Öyle de bir yavaş geliyordu ki, kaplumbağa hızıyla; ayağının altında karınca ezilmeyecek bir şekilde. Artık beş dakikalık yolu rahatlıkla on dakikada filan aldığını söyleyebilirim.

Neden sonra kahvehaneye bir “Selamünaleyküm” diyerek girdi. Kahvenin kapısını birazcık ötesinde oyun oynayan gençlerin dışında selamını alan bulunmadı. Sanki gençlerde laf olsun tarzı bir selamla selamladılar. “Ve aleykümselâm Limonnnnnn!”

Limon Mehmet kahveye girer girmez, ocağa doğru yöneldi. Ocakçı Rıza’ya elinde hazırlamış olduğu ikibinbeşyüz lirayı göstererek:

“Bana bir çay yap Osman, dedi, demli olsun, tavşankanı olsun, Bak parayı görüyor musun? İkibinbeşyüz lira, para peşin, kırmızı meşin.”

Rıza’ya Osman demişti. Onun bir huyu da buydu. Ali’ye Veli, Veli’ye Ali, artık kimi görse kendi aklınca bir isim takıverirdi. Parasını ocakçıya göstermesinin sebebi ise çok zaman parasız olduğu, yoksulluk içinde yaşadığıydı. Bu yaşına gelmiş, oğlunu evermiş, kızını gelin etmiş, evlatlarıysa hayırsız çıkmıştı. Hanımını da geçen yıl kaybetmişti ya... Şimdi tek başına Kukumav Kuşu gibi kalmıştı. Yalnız Cennet’in bile tadı çıkmazmış, çıkmasına ama o bu koca dünyada bir başına kalmıştı. Ya onun erkek kardeşi? Allah böyle bir kardeşi düşmanına dahi vermesindi. Geçen para istemişti de Limon’u dövmeye kalmış, komşular elinden kurtarmamış mıydı? Allah’tan ki başını sokacak bir kümesi vardı, ya o da olmasaydı?

Öksüz yetim kalmış çocuklar gibi ocakçıdan çayını alıp kahvehanenin uç bir köşesinde boş bulunan bir sandalyeye oturarak çayını yudumlamaya koyuldu. Çayını içerken bir yandan da masanın üstündeki sigara küllerini üfleyerek masayı da temizlemeye çalışıyordu.

Çayını bitirdikten sonra, ayağa kalkarak boşalan çay bardağını ve tabağını ocağa götürdü. Dönüşünde de okey oynayan bir masanın yanına sandalye çekerek ilişti. Oyunculardan yanına en yakın olanına:

“Ahmet, dedi, bana bir çay ısmarlasana.. Eğer bana çay ısmarlarsan, inşallah bu oyun sende kalmaz..”

Sabahtan bu yana oyun oynayan Hüseyin ise şansızlığından yakınıp duruyor, gelmeyen taşlara kızıp duruyordu.

Hüseyin:

“Rıza al şunu be başımdan! Zaten taşım gelmiyor. Bu da başımda ekşiyip durmasın, diyerek Limon Mehmet’i kuvvetlice yanından itekledi.

Limon Mehmet:

“Allah’tan inşallah oyun sende kalır emi! Allah’tan inşallah oyun sende kalır, hor görme garibi, onun da Allah’ı vardır,” dedi.

Üzülmüş, gururu kırılmıştı. Biraz önce çay içtiği masaya boynu bükük bir şekilde, azarlanmış küçük bir çocuk gibi giderken hala:

“Allah’tan inşallah oyun sende kalır emi! Hor görme garibi! Hor görme garibi! “diyordu.

Ocakçı yaşanan bu tatsız olaya üzülmüş olacak ki Limon Mehmet ‘e bir bardak çay getirip, gönül alırcasına:

“Al, dedi Limon Mehmet, korkma, para filan istemeyeceğim, bu çay benden olsun… Afiyetle iç…”

Bu olayın üstünden beş dakika ya geçmiş ya geçmemişti ki okey oynayanların oyunları sona ermiş, Ocakçı Rıza masanın başına elinde hesapla gelmişti.

Hüseyin:

“Şu hesaba bakıver be Rıza,” dedi.

Rıza:

“On çay, dedi, ikibinbeşyüzden  yirmibeşbin lira, dört soda… toplam: Yüzeli bin lira… Kim verecek?”

Hüseyin:

“Hepsi bende…”

Arkadaşlarıyla hesabı ödeyerek kahveden ayrıldılar.

Limon Mehmet’te oyunun sonunu öğrenmek için oturmuş olacak ki Hüseyin’in ardından o da kahveden ayrılırken:

“Hor görme garibi! Hor görmeeee! O’nun da Allah’ı vardır.” diyordu.

BİTTİ

 

( 21 KASIM 1995 -AKŞEHİR .)