Kastamonu, Atatürk Devrimlerinin önemli bir ilkinin gerçekleştiği kent. Sakin, sessiz, büyük kentlerin yoğun temposundan uzakta. Dört mevsim insanları bekliyor. Her mevsimin kendine özgü güzelliği yetiyor da artıyor insana. Dağları, kanyonları, gölleri, akarsuları, deniz ve bin bir çeşit yeşili barındıran ormanları gezi boyunca sizleri yalnız bırakmıyor.  

Kent içinde gezilebilecek o denli çok yer var ki zaman yetmiyor. Saat Kulesi, camileri, kalesi, han ve hamamları, şadırvanları, bedesten ve külliyeleri, geleneksel Osmanlı ve Türk mimarisinin örneklerine bolca rastlayabileceğiniz örnek bir kent.  

Çevre ilçelere kolaylıkla gidebiliyorsunuz. Küre, İnebolu, Abana, Azdavay, Pınarbaşı, Taşköprü, Araç, Cide; bu ilçeleri görünce ayrılmak istemeyeceksiniz. Cide’deki Gideros Koyu, eşi benzeri olmayan bir yer. İşte bu tarih ve doğal güzellikleri barındıran Kastamonu, örnek bir olaya ev sahipliği yaptı. Rıfat Ilgaz Sempozyumu, doğal güzelliklerin çokça olduğu, tarihi dokunun korunduğu bu kentte gerçekleşti.

Ülkemizin her yanının beyaza kestiği günlerde Kastamonu geldi belleğime oturdu. Oralara da epey kar yağıyormuş, medyadan öğrendiğimize göre. Ben pek çok sempozyuma katılmıştım. İçerik olarak bana göre eksiksiz yapılan bir sempozyumdu. Çağrılı konuklar da alanlarında uzman kişilerdi. Bir hafta boyunca edindiğimiz bilgiler azımsanmayacak kadar çoktu. Sempozyumun konusu, Kastamonu’da doğan Rıfat Ilgaz’dı.

Bana da Rıfat Ilgaz’ın Bacaksız serisi verilmişti. Konumun adı: Etik ve Eğitsel Açıdan Bacaksız… Aylar boyunca nasıl da hazırlanmıştım. Ülkemizin yüz akı bir yazarı, şairi, düşün adamı eksik olmamalıydı. Öğrencilerime her yıl okuttuğum, onlarla birlikte yeniden, yeniden okuduğum bacaksız serisini en az beş kez daha okumuş, her okuduğumda da yeni şeyler yakalamıştım. Aydın Ilgaz; Savaş çok kapsamlı hazırlamışsın, demişti. Sunumu yaptıktan sonra en az on arkadaş benden fotokopi ile almışlardı hazırladığım sunumumu.

Üniversite de çok yardımcı olmuştu sempozyuma. Rektör Bahri Gökçebay, elinden geleni esirgememişti. Gençler de ilgiliydiler. Katılımcıların öğle yemeklerini üstlenmişti üniversite. Program dışında kalan zamanda da kenti geziyorduk. Yazar arkadaşlarla konuşup dertleşiyorduk. Kuşkusuz en çok ilgiyi de Hababam Sınıfı filminde rol alan aktörler, sanatçılar yapmıştı. Tarık Akan başı çekiyordu. Film çekilirken yaşananları, anıları anlatırken çok ilgi görmüştü. Kendi bilgi, birikimleri de bunlarla birleşince eşsiz bir sunum izlemiştik.

Sonra Cide’ye gidilmişti. Rıfat Ilgaz’ın doğduğu ev o zamanlar henüz tamamlanmamıştı. İnşaat halindeydi. Bu eve katkım olsun istedim. İki bine yakın kitabımı bağışlamıştım. Satışından elde edilen geliri evin inşaatında kullanacaklardı. Üç kitabımın telifini de yine vereceğimi söyledim. Bunu herkesin yanında, belki başka katkısı olanlar da çıkar diye dillendirdim. Herkes sus pus oldu. Bazı arkadaşlar yanıma geldiler. Sen ne yapıyorsun ya, bırak belediye yapsın, dediler. Çok üzülmüştüm. Onlar senin ne gelirin var da boyundan büyük işlere kalkıyorsun, demişlerdi. Bazılarıyla aynı yayınevinde çalışıyorduk.

Onların tepkisine çok üzülmüştüm. İstanbul TÜYAP’ta Aydın ve Nilgün Ilgaz beni akşam yemeğine davet etmişlerdi Mimaroba’ya. Ben de bunları anlatınca Aydın Abi her zamanki babacan tavrıyla gülmüş; “Savaş yani senin yaptığın da iş mi yani, davet edilmişsin, ye iç, keyfine baksana. Yardım, bağış yaparak insanlara iş çıkarmak sana mı kaldı” demişti. Epey gülmüştük.  

Soğuk İzmir gecesinde bunlar nereden aklıma geldi. Anılar, anımsanmak içindir. Ben bir sayfayı yazarken saatler boyunca düşündüm. O günlere döndüm. Sanatçıları, görüştüklerimi, yaşamdan kopanları anımsadım, onları da saygı ile andım.  

Kastamonu için aslında bulunmaz bir fırsattı sempozyum. Her yıl yapılabilir, Anadolu kenti böylece daha iyi tanıtılabilirdi. Ondan sonra da pek anan olmadı. Öylece kaldı. Usta bir yazarı her yıl anmak, sempozyumlar düzenlemek gerekmez mi? Gerekir bence…