Varlık Vergisiyle çaresiz kalan küçük bir köyün romanı: KASIMVERESİYE / Mustafa ŞAHİN

Edip Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri” şiiri insanın içine işleyen dizelerle örülmüştür. Şiirde dikkat çeken dizelerde yok değildir. “Ah benim güzel Ahmet abim benim/ İnsan yaşadığı yere benzer/ O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer/ Suyunda yüzen balığa/ Toprağını iten çiçeğe…” Yazarın okuduğum ikinci kitabı, yaşadığı yöreyi ne güzel anlatmış. Yaşadığı, yetiştiği coğrafyaya hoş bir roman örgüsünü yerleştirmiş. Okudukça hayran kalacağınız bir eser çıkmış sonuçta.

Varlık Vergisiyle ilgili iki üç kitap okumuştum. Köyde geçen, vergi adı altında halkı inim inim inleten verginin insanlar üzerinde baskısını her sayfada duyumsuyorsunuz.

O yıllar zaten yokluk yıllarıdır. 2. Dünya Savaşı burnumuzun dibine dek gelmiş, kapımıza dayanmış. Seferberlik ilan edilmiş. Askere gitmeyenler, gidip de döneneler kömür ocaklarında çalışmaya zorunlu tutulmuştur. Yokluk, yoksunluk at başı gitmektedir toplumda. Acı yıllardır, anımsanmayacak kadar acıdır zaman. Karaborsacıya, hırsıza, sahtekara pek işlemez yaşananlar. Onların yaşantısında değişen bir şey yoktur. Üstelik daha bir önem kazanmışlardır. Mal varlıkları artmaktadır. Mallarına güvenerek halkın canına, namusuna rahatlıkla dil uzatma yetkisini kendilerinde görmektedirler. Bununla da yetinmeyip sahip olma arzusuyla yanıp tutuşurlar. Aşırı bir Hitler hayranlığı da romanın genelinde vurgulanmış. Tuzu kuru olanların hayranlığı az buz değildir. Bıyıklarını bile eli kanlı diktatöre benzetmeyi önemli saymışlardır…

Küçük bir köyde Gökçe ve kocası Tekçarık’ın çevresinde dönen kurgu çok güzel işlenmiştir. Kocası askerde olan Gökçe’nin aldığı bir mektupla başlar roman. Mektupta Tekçarık’ın ölüm haberi, künyesi vardır. Daha sonra bu haberin düzmece olduğu, Tekçarık tarafından özellikle bilerek yapıldığını anlayacaksınız. Kocasının ölüm haberi Gökçe’yi yıkmaya yetip de artmıştır. Ekonomik bir dönemi anlatan romanın öyküsü de var. Gökçe ile kocasının öyküsü… Bu öykü peşi sıra koştururken sayfalarda dönem çok hoş olarak anlatılmış. Ülkeye damga vuran Varlık Vergisi anlaşılır duruma getirilmiş. Burada yazarın başarısına değinmeden edemeyeceğim.  

Küçük köy yerinde, kasabada kocasını yitiren bir kadına nasıl davranıldığı çok güzel verilmiştir romanda. Yazar gizli bir kamera koymuş, yaşananları yansıtmıştır okura. Kasımveresiye’yi ödemek için gittiği esnafın Gökçe’ye sahip olması sizde bir tepkinin doğmasına neden oluyor. Genç kadının başına talihsiz bir olay geliyor. Yaşama iyice küsüyor, çaresizlik içinde ne yapacağını bilemiyor. Kahramanlarla o denli özdeşleşiyorsunuz ki onlara yapılanları duyumsuyorsunuz içinizde, ruhunuzda…

Tekçarık da karısını merak etmektedir. Kendisiyle hesaplaşır, niçin böyle ucuz bir oyun oynadığına bir anlam veremez. İzin alarak köyüne gitmek için yola koyulur. O zamanın koşullarında Çanakkale’den Bartın’a yolculuk hiç de sanıldığı gibi kolay değildir.

Roman böyle sürer gider. Romanın tümünde dile egemendir yazar. Anlaşılır bir dil kullanmıştır. Batı Karadeniz Bölgesinde geçmektedir romanın büyük bölümü. Yerel ağzın zaman zaman kullanılmasına karşın anlamadım, dediğiniz tek cümle olmadığını okuyunca anlayacaksınız. Kullanılan yöresel ağız kanımca romana zenginlik katmış. Yazarın kendi yöresi olduğundan zorlanmamış, eserin tamamına yakınında çok hoş bir biçimde, başarılı olarak sindirmiştir bu anlatımını.

Romanın tümünde kadın anlatılıyor. Her şeyiyle kadın var. Hani Nazım Hikmet’in dizelerindeki Anadolu kadını, “Anamız, avradımız, yarimiz/ Ve hiç yaşamamış ölen/ Ve soframızdaki yeri/ Öküzümüzden sonra gelen…”  Nazım’ın şiirinde geçen kadınlardır romanın içinde anlatılanlar. Yaşanılan kaos ortamında bile kadına göz diken, kadını bir meta olarak gören, cinsel bir objeye dönüştüren erkek egemen toplumun bakışıdır anlatılan köy kadınları. Sadece o bölgede değil, her bölgede rastlayacağımız iğrenç tutumlara gerçekten mide bulandırıyor. Yalnız kalan kadına erkeklerin bakışı, bir punduna getirip sahip olma güdüsü… Günümüzde ne değişti, hiçbir şey. Ne yol alabildik ne de kadını koruyabildik. Oysa Anadolu kadının baş tacı edildiği bir yerdi. Adı üstünde ana dolu…

Daha önce de söz ettim. Mustafa Şahin; bir şahin gibi çevresini gözlemiş, izlemiş, lezzetine doyulmayacak tasvirler yapmış. Sözcüklere dans ettirmiş. Benzetmeler olağanüstü, hayran kalıyorsunuz benzetmelere. Örnek vermeye kalksam yazının yanında üç dört sayfa ek vermek gerekecek. Her sayfada usta kalemin benzetmelerine, tasvirlerine rastlamak olası. Öyle bir coğrafyada yaşıyor ki Mustafa Şahin, -Bartın, Amasra, Ulus- renklerin her mevsim senfoniye dönüştüğü yöre kolay anlatılmaz. Yazar bunu başarmış. Romanda iki tanıdık edebiyatçı da çıkıyor karşımıza Behçet Necatigil, Nahit Sırrı Örik. Devrek’te de Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur’un yaşadığı düşünülürse…

Kasımveresiye romanı okunması gereken bir kitap. Geçmişimizi, neler yaşandığını, ne zorluklar çekildiğini küçük bir pencereden bakarak sonsuza açılabilecek bir nitelikteki kitaba başladığınızda elinizden bırakamıyorsunuz. Yüreğine sağlık Mustafa Şahin…

KASIMVERESİYE/MUSTAFA ŞAHİN: Tefrika Yayınları Mayıs 2018, 238 sayfa.