Şiddet, aile içi şiddet, ensest, cinsel taciz; insana, insanlığa yakışmayan davranış biçimleri. Hangi davranışa bakarsak bakalım temelinde insan hak ve özgürlüğüne saldırı vardır. İnsan gazetede okurken, televizyonda izlerken bile iğreniyor.

Yukarıdaki kavramların hepsinde de ana öğe şiddetten başka bir şey değil. Bir insan, bir insana ya da başka bir canlıya nasıl şiddet uygular aklım almıyor. Otuz beş yıla yaklaşan eğitimcilik mesleğimde ellerim hiçbir öğrencinin kulağına gitmedi. Gidenlerle de meslek yaşantımız boyunca mücadele ettim. Okulda bir karış öğrenciye şiddet uygulayan biri kuşkusuz evinde de, çevresinde de aynı davranışı gösterecektir. Bu kişiler hayır, evde böyle davranmıyorum, diyorsa buna kimse inanmaz, inanamaz. Sürücünün atına şiddet uygulamasının devamıdır evinde karısına, çocuklarına uyguladığı şiddet.

Bunu cinsel yönden irdelersek toplumda bol bol örneklerine tanık olmaktayız. Küçük çocuklardan kadınlara dek cinsel şiddet ne yazık ki çok yaygındır toplumumuzda. Gücü kime yetiyorsa uygulanmaktadır her türlü şiddet. Eğitimle bağlantılı desek eğitilmiş kişilerde de karşımıza çıkıyor. Bir hastalık durumu mu acaba? Ruhsal bir hastalığın ürünü müdür şiddet? Bir hastalık hali olması daha yakın gibime geliyor.

Ruh hekimlerinin de ortak görüşüdür. Şiddeti yapanlar hastadır, tedavi edilmelidir. Yalnız dikkat çeken nokta ise şiddeti uygulayanların yaptıklarının kendilerine göre çok normal olmasıdır. Öğrenciyi neden dövdün? Yaramazlık yaptı da ondan. Kadına cinsel şiddet neden uyguladın? Öyle gerekiyordu da o yüzden. Hasta olsa da, suçlu olsa da kimse yoğurdum ekşi demiyor, diyemiyor. Minareyi çalan kılıfını hazırlıyor.

Bir eğitimci olarak en çok tanık olduğumuz olayların arasında öğrencilere taciz, ensest ilişkiler epey fazladır. Yıllar boyu gitmediğimiz yer kalmadı. İnsanın yüreğini burkan bu iğrençliklerle karşılaştık.

Ensest ilişki aile arasında duyulduysa büyük olaylar yaşanırdı, bunlara tanık olduk. Aradan otuz yıl geçtikten sonra olayları düşünüp yazmak bile mide bulantısından başka bir şey değil.

Hele adına öğretmen, eğitimci dediğimiz sayıları üçü beşi geçmeyen aşağılık, tacizci, insan olamayan zevatları düşünmek bile istemiyorum. Kendisine emanet edilen minik çocuklara cinsel tacizde bulunmak kadar alçakça bir şey olamaz sanıyorum. Arkadaşlarla tanık olduğumuz birkaç olayda kale gibi karşılarına dikildik.

Hepsinin de altında saldırı yattığı bir gerçektir. Bu rezaletlerin daha çok kapalı, küçük topluluklarda olduğu da ayrı bir gözlemimizdir. Özellikle eğitimciler, üstü kapalı olarak bu konulara değinmeden, öğrencilerini uyarmadan yapamazlar. Bayan öğretmen arkadaşlarımızın eğer güveniliyorsa çok şikayet aldıklarını iyi biliyoruz. Aradan yıllar geçti ama bayan öğretmen arkadaşların ağlayarak anlattıkları olaylar, aklımıza geldiğinde kahreder biz eğitime gerçekten gönül vermiş eğitimcileri.

Mesleğe ilk başladığımız günden bugüne kadar öğrenciler tarafından çok seviliyorsak bunun tek nedeni haksızlık karşısında dik duruşumuz, ödün vermeyişimizdir. Otuz beş yıl önceki öğrencilerim çoluğunu çocuğunu, eşini alıp dünyanın bir ucundan; Avusturalya, Almanya, Libya, Avusturya’dan ziyarete geliyorlarsa o da bizim onurumuz, gururumuz, şerefimiz, insana verdiğimiz önemin betona kazınmış somut örneğidir. Dededen, anadan bizlere miras kalan eğitimciliğimiz, eğitime gönülden bağlılığımızdır.

Bilim insanlarının dediklerine göre toplum bir paranoya yaşamaktadır. Depresyon almış başını gidiyor.

Aklı vermek, yol göstermek, bilimin ışığından yararlanmak para eder mi onu da bilemiyoruz. Belki de tek yapılacak şey, duygularımızın aklımızın önüne geçmesini engellemektir. Bunun mücadelesi verilirse daha iyi sonuçlara ulaşılır kanımca. Şiddetsiz bir toplum özlemi ve dileklerimle…    

Editörün Notu: Bu yazı; Savaş Ünlü tarafından, şair, yazar, televizyoncu Gülçin Akan’ın “Sus Payı” adlı kitabına yazılan önsözden alıntılanmıştır.