Tarihte “Bey’in Şehri” olarak anılan Beyşehir, Eşrefoğlu Beyliği’ne başkentlik yapmış köklü bir Oğuz Türk yurdudur. Antik Pisidya topraklarında kurulu olan bu ilçe, bugün yaklaşık 79.600 kişilik nüfusu ve eşsiz gölüyle sizi bekliyor.

Doğa, tarih ve kültür Beyşehir’de buluşuyor.

Bazı yerler vardır ki taşa, bazıları toprağa, bazıları da suda hayatı ve kendilerini bulur. Beyşehir ise işte bu üçünün en iyi şekilde harmanlandığı, Anadolu topraklarının göz nuru. Burası, sakin gölgesiyle bin yılı aşkın çınarları, masmavi sularıyla antik medeniyetlerin kalıntılarını, fısıltılarını yansıtan bir ayna adeta. Gelin, bugün Beyşehir Gölü'nün kenarında oturup dingin sularında zamanın izlerini hep birlikte arayalım.

Bugün durağımız, hepinizin anlayacağı üzere Beyşehir’in eşsiz sokakları olacak. Gelip de bir uğrak noktası olarak belirlediğiniz bu şehirde, ilk göreceğiniz şey ise gölün ortasında beliren bir zarafet abidesi olan muhteşem Ada Köşkü olacaktır. Suyun üzerine kurulmuş bu zarif yapı, bir köşkten ibaret olmamakla beraber Selçuklu'nun suyla olan aşkının mimaride vücut bulmuş halidir. Onu ilk gördüğünüzde, taş işçiliğinin inceliği ile suyun sonsuz hareketliliğinin birleştiği ve kesiştiği o noktayı göreceksiniz.

Beyşehir denince akla yalnızca göller, adalar ya da köşkler mi geliyor peki? Aynı zamanda hem ahşap hem taş şaheseri olan Eşrefoğlu Camii de akla gelir. Bu cami, yalnızca bir ibadethane değil; her biri bin bir emekle ince ince işlenmiş ahşap direkleri, çinileri ve mihrabıyla göz kamaştıran, canlı bir tarih müzesidir.

Kubad-Abad Sarayı... Gölün kıyısında, nispeten suların biraz daha çekildiği bir bölgede, belki bir rüyanın kalıntıları olan bu yapıyla karşılaşırsınız. Bir zamanların en görkemli yapılarından biri olan Kubad-Abad Sarayı, şimdi suya pek de uzak olmayan bir noktada, geçmişin ihtişamını gösteren bir hayalet gibidir. Bir sarayın yok oluşunun bile nasıl bir güzellik ve hüzün barındırabileceğini ancak burayı görünce anlayabiliriz. Zaman bazen en görkemli yapıları bile sulara gömebilir, ama onların ihtişamına ve hikayelerine asla gölge düşürüp onları öldüremez...

Beyşehir yalnızca bizlere bu güzel manzaraları ve hikayeleri mi sunuyor, dediğinizi duyar gibiyim. Bize yalnızca bunları değil, tarihinin bir parçası olan lezzet mirasını da sunuyor aynı zamanda. Gölün kıyısında yenen bir levrek buğulama ya da yöresine has o peynir; bunlar sadece bir yemek kültürünün parçası değil, bin yıllık bir kültürün damaklardaki izdüşümüdür. Bunların hepsi, size toprak ve suyun birleşiminden doğan o lezzetin eserini sunar. Burada her bir lokma, coğrafyanın ve kültürel tarihimizin bir parçasıdır.

Son Söz: Sular Çekilir, Geriye Gerçeklerin Yansıması Olan Bizler Kalırız

Beyşehir'e yapılan yolculuk, nihayetinde bizim kendi içimize doğru yaptığımız bir yolculuğa dönüşecek. Gölün o sakin suları, kendi derinliklerimizin bir yansımasıdır. Kubad-Abad Sarayı'nın yıkıntıları bize geçiciliği, Eşrefoğlu Camii ise kalıcı olan değerlerin kıymetini hatırlatır.

Öyleyse sizler de bu davete kulak verin. Beyşehir'in masmavi sularında kendi yansımanızı görün. Gölün kıyısında attığınız her adımda, göle attığınız her bir taşta içinizdeki saklı olan o hazineleri keşfetmek için maceraya çıkın.