“Tanrıyı görmek mi istiyorsun? Önce ben kimim diye sor.”

İnsanın önündeki en büyük engel, kendi yarattığı zindan: “ben.” Düşüncelerimiz, arzularımız, korkularımız. Hepsi, Tanrı’ya giden yolu gizleyen ince bir perde.

Günlük hayatın telaşında öfke, kıskançlık ve gurur hissettiğimizde durup kendimize sorabiliriz:
“Bu his gerçekten ben miyim, yoksa zihnimde bir oyun mu?”
İşte farkındalık burada başlar, perde aralanır.

Belki de ibadetler, namaz gibi ritüeller, perdeyi aralamanın kadim yollarıdır. Her secde, egodan bağımsız durmanın ve kalbin sessizliği deneyimlemenin bir yoludur. Ritüel, rutin düşünceleri yumuşatır, farkındalığı açar ve Tanrıya yakınlaşmayı sağlar.

Tasavvuf ve divan edebiyatı da aynı mesajı verir. Mevlana, Mesnevi’de der ki:

“Düştüğün yerden kalkmayı öğren; çünkü düşmeden büyüyemezsin. Benlikten vazgeç, aşkınla bütünleş.”

Fuzûlî ise, aşk ve teslimiyet üzerine yazdığı gazellerde benliği aşmanın, ilahi aşkla buluşmanın önemini vurgular. Ego küçüldükçe kalp açılır; yargılar azalır, sevgi ve merhamet genişler. Divan şairlerinin dizelerinde saklı olan mesaj değişmez: Gerçek buluşma, egoyu bırakmakla başlar.

Unutmayalım: Tanrıya ulaşmak, uzak bir kapıyı açmak değil, kendi içimizdeki perdeleri kaldırmaktır. Namaz, dua ve diğer ibadetler, bu perdeyi aralamamız için verilmiş kutsal araçlardır.

Kapı da sensin, anahtarda. Kendinden geç, kendine gel.

Görüş ve eleştirileriniz benim için önemli: [email protected]