Tarihte bazı ustalar vardır; onlar öldüğünde sadece bir insan eksilmez, bir şehrin sesi değişir.

Akşehir için o ustanın adı, Pervasız Gazetesi’nin kurucusu, kalemi cesur, gönlü pamuk Ahmet Şener’di.

Onunla tanıştığım gün hâlâ zihnimde…

O dönem ya stajyer avukatım ya da hâlâ hukuk fakültesinde kendini büyük adam sanan bir öğrenciyim; kafamda bin soru, elimde birkaç eski defter, dünyaya karşı tuhaf bir heyecan…

Ahmet Amca ise her zamanki gibi ağırbaşlı, vakar dolu, ama içindeki o büyük insanlığı her haline yansıtan haliyle oturuyor.

Etrafında her zamanki gibi iki üç sokak kedisi mırlıyor.

Roma’daki filozoflara kedili heykel yapmayı düşünseler, vallahi bu sahneyi kopyalarlardı.

Ahmet Amca sokak kedilerini sadece beslemezdi; onlara “Akşehir’in gerçek sahipleri” muamelesi yapardı.

Osmanlı’da hayvanlara vakıf kuran ecdadın bir uzantısı gibi, her gün aynı köşelere su koyar, mamayı bırakır, “Aman üşümesinler” diye kendi kendine söylenirdi.

Sokak kedileri onu tanırdı; o da onları.

Gazetecilikte ise başka bir ustalık…

Kalemi gerektiğinde Avrupa’nın filozofları kadar sorgulayıcı,

vicdanı Osmanlı dervişi kadar yumuşaktı.

Yanlışa yanlış der, ama yanlış yapanın insanlığını incitmezdi.

Yerel basında “hakikatin ustası” diye bir unvan olsa, o unvan kimseye nasip olmazdı.

Vefatının ardından şehirde bir boşluk oluştu.

Roma’da bir forum yıkılsa, rüzgârın yönü bu kadar değişmezdi.

Pervasız’ın sayfaları dolmaya devam etti, ama o sesin bıraktığı yankı hâlâ eksik bir cümle gibi duruyor.

Sokak kedileri bile bazen bir köşe başında durup etraflarına bakıyor sanki:

“Bizim adam nerede?”

Ama hayatın tuhaf bir devamlılığı vardır…

Yıllar sonra bu kez oğlu Ümit Aykut Şener’in kedi sahiplendiğini öğrendik.

Fakat babasının sokak kedilerinden değil;

bu sefer iş biraz daha aristokrat bir çizgiye kaymıştı.

Evin yeni bireyi: İran kedisi.

Normal bir ev kedisi değil; sanki Pers İmparatorluğu’nun sarayından yürüyerek gelmiş gibi bir eda taşıyor.

Tüyler pamuk helvası kıvamında, bakışlar “Beni sev ama kraliyet protokolüne dikkat et” der gibi…

Yürüyüşü bile İran şahlarının saray törenlerinden çıkmış gibi.

Bir yanda Osmanlı mahallelerinin sokak kedileri,

diğer yanda İran sarayının aristokrat kedisi.

Biri sokak çocuğu,

diğeri salon kontesi.

Ama sevgi aynı sevgi.

Baba, sokaktaki kedinin kalbini kazanırdı.

Oğul, salondaki İran kedisinin gönlünü…

İkisinin de kökünde aynı şey var:

İnsanın merhameti.

Tarih buna farklı kelimeler bulmuş:

Roma “geleneğin devamı” der,

Osmanlı “adetin sürmesi” der,

Amerika “kültür mirası” der…

Bizim Akşehir ise çok daha sade söyler:

“Bu aile böyle güzel insanlar yetiştiriyor.”

Bugün ölüm yıl dönümünde Ahmet Şener’i anarken, sadece bir gazeteciyi değil; bir ustayı, bir vicdanı, bir zarafeti hatırlıyoruz.

O gitti ama şehrin sessizliğine bıraktığı sıcaklık, sokak kedilerinin mırlamasına sinmiş olan merhamet,

Pervasız’ın satırlarında dolaşan mizah hâlâ onun.

Ruhu şad olsun.

Bir ustanın ardında bıraktığı en büyük iz, hâlâ hissedilen iyiliktir.