İnsanların illa bir gruba ait olma ihtiyacını dışlanmayı istememek kaygısından dolayı görüyorum. Bu ihtiyacı somut bir örnek üzerinden aktarmaya çalışacağım. Okul… Bu ait olma ihtiyacının en çok hissedildiği yerdir. İlk ay gruplar oluşur. Herkes grubunda yerini almıştır yahut gruplar arası geçişler yaşama aşamasındadır. İkinci ay gruplar aşağı yukarı netleşmiştir. Üçüncü ayın sonunda gruplar arası çatışmalar belirmeye başlar. Dördüncü ay ve devamında sıcak ve doğrudan çatışmalar yaşanır. Birinci senenin sonunda gruplar kesin olarak belirlenmiştir.

İkinci senenin başlangıcında grup içindeki zayıf bireyler dışlanır. Bazı gruplar arasında başka gruplara karşı sözlü antlaşmalar onaylanır. Bazı gruplar başka gruplarla ateşkes yaparlar. Dönem içinde bazı gruplar arasında toplu mücadeleler de devam eder. Bu mücadelelerin ise kazananı olmaz. Her grup kendini kazanan ilan etmiştir. Üçüncü Senenin sonunda gruplar birbirlerine iyi niyet gösterisinde bulunabilir. Sene içinde çatışmalar azalmıştır. Gruplaşmanın etik olmadığına dair konular konuşulmaya başlanmıştır.

Bu mücadelenin sonunda kaybedenler: Gruptan dışlanan zayıf yahut sinsi tipler ya da her iki gruba da iyi gözükmeye çalışan orta yolcu tiplerdir. Sonunu yaşamadığım için bilemem ama tahminimce finalde tüm gruplar kendi kendilerini lağvederler.

Belli bir gruba dahil olmanın amacını tamamen dışlanmamak yani yalnız kalmamak için girişilen bir eylem olarak görüyorum. Verdiğim bu somut örnek en basitinden bu olguyu kanıtlar niteliktedir. Ancak daha da ilerisi vardır. Dini gruplar, dini grupların da grup içindeki çatışmaları. Siyasi partiler içindeki gruplaşmalar ve grupların içinde çıkan çatışmalarda yeni partiler doğması.

Gruba dahil olmamak gibi bir seçenek yoktur bile. Düşünsenize tuttuğunuz siyasi partinin içinde iki tane genel başkan adayı var. Partinin üyesi olarak bu iki adayın grubundan birisini seçmek zorundasınız. Risk almanız gerekmektedir. Çünkü biliyorsunuz ki yanında yer aldığınız kişi kazanırsa onun yani kazananın tarafında devam edeceksiniz. Kaybederse onunla beraber kaybedecek ve mücadeleye devam edeceksiniz. İki tarafta da yer almamak sizi baştan dışlanmış ve kaybetmiş ilan edecektir.

Aidiyet ihtiyacının bir diğer sebebini de kendini değerli hissettirme çabası olarak görüyorum. Tek olduğunda kendini insanlara kanıtlamak ve kabul ettirmek zor bir çabadır. Ancak bir gruba ait olma ihtiyacı güttüğünüz zaman kendinizi artık o grubun ilkelerine göre şekillendirmeniz gerekmektedir. Grup kişiliğinizden ödün vermenizi bekler, aksi takdirde yine grup tarafından dışlanma olasılığınız yüksek. Bunu başardığınızda dahil olduğunuz grup, kendi içinde ve grubun dışına karşı sizi değerli bir insan olarak hissettirecektir ve takdim edecektir. Kısacası "Ya ödün vereceksin ya da yalnız kalacaksın tercih senin" mantığı. Yazımı Amin Maalouf’un şu sözleriyle bitirmek istiyorum:

“Bütün dönemlerde, meşru olarak “kimlik” denebilecek kadar her koşulda ötekilerden son derece üstün, tek bir ana aidiyet olduğunu düşünen insanlar olmuştur. Kimileri için ulus, kimileri içinse din ya da sınıf. Ama hiçbir aidiyetin mutlak surette baskın çıkmadığını anlamak için dünyada olup biten farklı çalışmalara bir göz gezdirmek yeter.”