Musa Küçükakça (17.03.1947 – 22.12.2002), bir Yörük çocuğu olarak Serik’te doğdu. Ailesi, doğduğu yıl konar-göçerliği bırakıp Akşehir’e yerleşti. İlk ve orta öğrenimini Akşehir’de tamamladı.
Öğrencilik yıllarında Akşehir’in yerel gazetesi Pervasız’da yazarlığa başladı. Lise öğreniminin ardından 1970 yılında bir bankada çalışmaya başladı ve aynı bankadan emekli oldu.
1978 yılında Nasreddin Hoca ve Turizm Derneği tarafından yayımlanan “Akşehir’in Folklor İncisi Sıra Yarenleri” adlı kitapta yer aldı.
1986–1988 yılları arasında Yeşil Akşehir Dergisi’nde Akşehir’in tarihi ve kültürüne ilişkin araştırma yazıları yayımlandı.
2002 yılında “Tuzdan Leziz, Sudan Aziz… Köy–Kent–Çevre Akşehir Türküleri” adlı kitabı yayımlandı.
2014’te yayımlanan Ahilik Ansiklopedisi’nde yer aldı.
Mehmet Emin Dede’nin hazırladığı “Anadolu Erkek Toplantılarının Halkbilimsel İncelenmesi” adlı yüksek lisans tezinde ve Mahmut Tezcan’ın yayımladığı “Kültürel Antropolojik Açıdan Çankırı Yârân Sohbetleri” adlı çalışmada, “Akşehir’in Folklor İncisi Sıra Yarenleri” kitabı kaynak olarak kullanıldı.
Musa Küçükakça evli ve üç çocuk babasıydı. Kızlarından biri; Özge de babası gibi yazarlığı seçti ve “Şirret Ajans” adlı kitabını yayımladı.
Bugün Musa Küçükakça’nın ölümünün 23. yılı.
Kızı Özge, babasıyla ilgili duygularını 2022 yılında şöyle yazmıştı:
“Bugün rahmetli babamın ölüm yıldönümü. Yirmi yıl geçti ama anne-baba eksikliği bir ömür hissediliyor.
Öyle ‘Kızım, canım, yavrum’ diye başımızı okşayan bir baba değildi. Bana ‘Ay yüzlüm’ derdi. Çocuk aklımla, bir kızım kelimesi neden ağzından çıkmaz diye düşünürdüm.
On yedi yaşımda evlenip ömrümü gurbette geçirince, babama dair hatırladıklarım çocukluğumun tül perdesi arkasında kaldı.
Yöre folklorları üzerine araştırmaları vardı, köşe yazarlığı yapıyordu. Cumhuriyet gazetesini bir kutsal kitap gibi asla yere koymazdı. Sürekli bir küllük, bir sigara, bir de kâğıt kalemle kendini odaya kapatması unutamadığım hâllerindendi.
Bana kitapları sevdiren adamdı. Onu hep kravatlı hatırlıyorum. Takım elbisesiyle uyumlu ayakkabılarının üzerinde bir toz tanesi görmedim. Ah, bir de en sevdiği türkü: Kütahya’nın Pınarları.
Evlendikten sonra ilk buluşmamız altı yıl sonra oldu. On beş dakika içinde eleştiri yağmuruna tutulmuştum:
‘Dilin kabalaşmış, Türkçeni düzelt!’
O günden sonra çocuklarımın diline hep özen gösterdim. Şive ve argodan uzak durmaları için uyardım. Kendime de dikkat ederek.
Sonraki buluşmamızda dördüncü çocuğuma hamileydim. Yine eleştiri vardı:
‘Daha doğuracak mısın? Aklını başına topla!’
Ah babam… Ömrü vefa etseydi de diğer torunlarını da görebilseydi keşke. Aklım başımda mıydı bilmem ama iyi ki seni dinlememişim.
Son buluşmamızda ise akciğer kanserinin son evresindeydi ve bizi tanımıyordu. Uzun boylu, yakışıklı adam gitmiş; yerine minicik kalan bedeniyle annemin kaşık kaşık verdiği besinlerle hayata tutunmaya çalışan biri gelmişti.
Şimdi onu dokunaklı cümlelerle anmak istemiyorum. Yoksa gözyaşlarımı tutamam. Kendisi de bunu istemezdi.
Her şeye rağmen bize kazandırdığı görgü ve saygı için onu hep güzel anacağım. İnşallah yattığı yerde nurlar içindedir.”
Musa Küçükakça, Akşehir’de Taşoluk Sokak’ta yaşadı. Tarık Buğra’nın doğduğu sokakta… Hatta bir gün, Hıdırlık Dağ Oteli Restoranında Tarık Buğra ile birlikte sohbetleri olmuş ve kızının da çocukluğunda bir yazarla tanışmanın ayrıcalığını yaşamasını istemişti.
Özge, babasının gençliğinin geçtiği; Taşoluk sokaktaki evle ilgili bir anısını da şöyle anlatır:
“Çocukken her hafta sonu geldiğimiz ev… Babannem ve dedem bu sessiz evde yaşardı. Ev o kadar sessizdi ki uyumak sanki mecburiyetti.
Küçüklüğümden beri şaka yapmayı severim. Balkonun parmaklıklarından ayaklarımı sarkıtıp yoldan geçenlerin kafasına su dökmeyi hayal ederdim. Büyük bir kötülük değil; hafif bir şok terapisi.
Rahmetli dedemin korkusundan bunu asla yapamadım. Gerçi içimde kalmadı, kendi evimizin balkonundan çok yaptım.
Bu ev şimdi boş. Sanki dedemle babaannemin hatırasını korur gibi…
Önünden geçerken hâlâ bacaklarımı sallıyormuşum hissi geliyor.
Alt katta hayalet var diye uydurduğumuz hikâyelerden dedemizden korktuğumuz kadar korkmadık.
O zamanlar kocamandı bu ev. Biz büyüdük, yanından akan çay kurudu, ev küçüldü; hayaletler de yok oldu.”
Taşoluk Sokak’taki bu evle ilgili anıları olan mutlaka vardır.
“Türküleri küçümseme züppeliğine kaymayalım bayanlar, baylar!” diyen, 55 yaşında aramızdan ayrılan Musa Küçükakça’yı ölümünün 23. yılında saygıyla anıyorum.
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |




