Yıl seksenlerin başları. Liseye yeni başlamışım. Günün erken saatlerinde kalkıp okula gitmek gerekli. Bense geç uyanmaya alışmışım. Bu nedenle hızla kahvaltımı yapar, giyinir, okul yoluna koyulurum. Caddeden gitmek güzeldir, gelip geçen faytonları, okula giden öğrencileri seyredersin, vitrinleri seyredersin, gazete başlıklarını, dergi kapaklarını izlersin.

Okul yolu, caddeden gidersen uzaktır ya ben kestirme yolu tercih ederim. Ticaret Lisesi düz liseye, sanat okuluna göre uzak. Okulum Ticaret Lisesi. O yıllar Ticaret Lisesi diğer liselere göre dersleri fazla. On altıya yakın ders var. Matematik dersi var, yanında ticaret matematiği. Muhasebe dersi var, yanında ticaret muhasebesi. İktisat. Turizm. İstatistik. Daktilografi. İlk anda aklıma geliveren dersler. Daha ne dersler ne dersler. O zamanlar daktilo dersi var ki bugünün bilgisayarı. O yıllar benim gördüğüm kadarı ile Ticaret Lisesi bitirenler kamuda daktilo bilmesi nedeniyle daha kolay işe girmekte. Daktilo yanında muhasebe dersleri de veriliyor ki muhasebeci olabiliyorsun. Belki de bu düşüncelerle okula kaydımı yaptırmıştım.

 O zamanlar evimiz Hıdırlık yolu üzerinde, Bandocu Ahmet Ağabeyin bakkal dükkanının biraz aşağısında, iki katlı bir evin ilk katında. Kiracı olarak oturuyoruz. O yıllar mahallemizde apartman olarak Kılıçlar Apartmanı var. Arkası boşluk. Bizim top alanımız, top sahamız. Tam da Yağlı Dede Türbesi’nin karşında. Yağlı Dede Türbesi’nin önünden yürürsen biraz ilerisinde Marangoz Lütfi Ağabeyin oturduğu ev var; oradan yürü. Tuzcuların evin önünden yokuş aşağıya inersen Cumhuriyet ilkokulu. Bu mahalle Çay Mahallesi, Akşehir’in köklü ailelerinin oturduğu mahalle. Okulun karşısında çıkmaz sokak. Faytoncu Sabri, Gazeteci Ahmet Şener ve eski belediye başkanlarından Yaşar Cenikoğlu’nun oturduğu mahalle.

Köprüden geçtiğin zaman tam da karşınızda sizi köşklü bir ev karşılar. Annemin ahretliği Tayyibe Ablaların oturduğu ev. Annemle ne çok severlerdi birbirlerini. Allah rahmet eylesin ne güzel insanlardı. Tayyibe Ablamların köşklü evini geç. Uzak diyorum ya, okul uzak. O zamanlar benim kahverengi bir çantam var. Onca kitap. Çantaya doldurmuşum. Yaz kış aynı yol. Biraz ilerliyorum. Cumhuriyet İlkokulu’nun arkasında Cevdet Ağabeyin, Nazire Ablaların evi var. Sonradan yapılan evleri saymazsan bomboş bir alan. Karşı yoldan bir bakkal dükkanı. Küçük sevimli bir bakkal, Çıtakların Bakkal. Okul nerede mi kaldı? Biraz daha yürüyeceğim. Daracık bir sokaktan geniş bir alana, dört yol ağzına çıkıyorum. Yukarı çıkan yoldan elimde çantamı sallaya sallaya gidiyorum Az kaldı. Büyük iki kanat demir kapıyı gördüm mü “tamam” derdim, “nihayet geldim.”  

Zil henüz çalmamıştır, çok zaman kapıya girer girmez beni bekler gibi çalmaya başlar. Koşar adım okulun tahta merdivenlerinden sınıfa girerim. Birazdan öğretmenimiz derse başlar. İlk dersimiz bazen matematik olurdu, bazen muhasebe. Bazen de iki ders üst üste aynı dersi gördüğümüz olurdu ya! İkinci ders zor geçerdi. İlk ders dinlenirdi ya ikinci ders biraz sıkıcı. Sonra ders zili çalardı. Okulun bahçesine mısır patlağı gibi öğrenciler dağılırdı. Teneffüslerde kahvaltı yapmayanların elinde mutlaka bir poğaça, simit, çay bulunurdu. Kimi okulun ilerisinde bulunan ağaçların altında sohbet eder, kimi okulun birinci katında masa tenisi oynardı. Çok zaman şehre gelen sinema filminden, yeni çıkan aşk romanlarından, gazetelerde çıkan son aşk cinayetinden söz edilirdi. O yıllar gençlik yıllarımızdı. En iyi aşkı, siyaseti, dünyayı her konuyu bildiğimizi sanırdık. Aşk ise içimizdeydi. Sevgi öyle. En güzel biz sever, en güzel biz aşkı yaşardık.

Benim bir arkadaşım vardı. Liseden bir kıza aşıktı. Daima onun güzelliğinden söz ederdi. Ben de bazı günler sevdiğim bir kızın evinin önünden onu görmek için geçerdim. Bazı günler okul çıkışı okul yolunu beklerdim. Bazen beni görür gelir, bazen de gelmezdi. Gelince sevinir, gelmediği zamanlar üzülürdüm. Geldiğinde biraz konuşur, şehri dolaşırdık. Olmadı mı Güvendik Pastanesi’ne gider biraz oturur, sinemadan, filmlerden, artistlerden derslerden filan konuşurduk. Gelmediği de olurdu. Pervasız Gazetesi’ne uğrardım. Yazdıysam yanımda bir şiirim varsa verirdim. Oradan çıkar kitapçı Can Tuğrul’un İplikçi Camii karşısındaki kitapçı dükkanına girer, yeni gelen romanlara bakar, beğendiğim bir kitap bulursam alırdım.

Vakit geçiremedim mi kitapçının ara sokağında bulunan ayakkabı boyacısı ağabeyim Çalıkuşu’nun yanına uğrar, ayakkabılarımı boyatır, güzel sohbetine nail olurdum. Küçük ve sevimli bir lostra salonu vardı. Sonra birden kara bulutlar gökyüzüne perde olur, gün geceye dönerdi. Cadde birden dükkanını kapatan esnafla kalabalıklaşır, neden sonra boşalırdı. Artık benim için de eve dönüş zamanıydı. Ezan okunacaktı. Ezandan önce evde bulunulmalıydı. Arasta içinde esnafın kepenklerini indirmeye başladığı zaman benim eve dönüş saatimin başladığı saatlerdi ki dönüş yolumda Aşevi’nin önünden, İmaret Camii yolu ve Bakkal Fazıl’ın önündeki caddeden koşar adım dönerdim. Sevdiğim gelmiş sevinirdim, gelmemiş üzülürdüm ya canım sıkılmazdı. Bugün gelmemişse yarın gelirdi. İşi çıkmıştır derdim. Güzel ve iyi şeyler düşünürdüm. Neden sonra sofraya otururdum. Annem sofrayı hazırlamış der, sofraya besmeleyle oturur, iştahla yemeğe koyulurdum.

Günler böyle geçerdi. Öğleden sonraları da derslerimiz olurdu. On altıya yakın dersimiz vardı. Öğle arası verilir, tekrar koşar adım eve giderdik. Öğle ders kitaplarını getirmek için. Çanta almazdı ki onca kitap onca ders.  Ne zaman eve gider ne zaman evden dönerdik. Eğitime karşı, öğretmenlerimize karşı, öğrenmeye karşı tükenmez bir saygı ve sevgimiz vardı.

Öğle sonrası elimizde çantalarımız aynı mahalle arkadaşları ile dönüş yolunda yürürdük. Akşam karanlığına doğru şehrin insanlarının dönüşüne aşina olduğumuz saatlerdir bu saatler, Günün yorgunluğunu sırtında götüren esnafa şahit olur, kahkaha atan gençleri, avare gezen gençleri, birbirleriyle şakalaşarak yürüyenleri, bir de misafirliğe giden kadınları toplu bir halde hızlı hızlı eve gidişlerine şahit olurduk.

Bu şehrin akşamüstleri insanlarıyla biraz hareketlenir. İnsanlarıyla biraz canlanır, sonra kalabalık caddeler tenhalaşırdı. Böyle değişik bir canlılık, hareketlilik olurdu. Güzel annem, canım annem her gün olduğu gibi yine gözleri pencereden bana bakar bulurdum. Sokağa bakar, yollarıma bakar görürdüm. Beni görünce kapıya koşardı.

Yıllar geçti gitti. Bizler okulu bitirdik. Zaman gençliğimizle birlikte geçti. Yorulduğunu, yaşlandığını hissedenler oldu. Kırk yıl sonra Ticaret Lisesi’nden arkadaşım yanıma geldi; “Müdürüm, beni tanıyabildin mi? Ticaret Lisesi’nden Ramazan.” dedi. “Hoş geldin!” dedim. Yalan yok. Çıkartamadım.

Nice tanıdığım insanlar bana yabancı; kim arkadaş, kim dost, kim düşman? Zaman geçmiş, zamanla her şey değişmiş, insanları tanımak o kadar zor ki bilemedim.