Mustafa Bey sabahtan gazetesini aldığı kitapçının önündeki camekanda gözü vitrine ilişti. Emekli bir adam yanına sokulmuş, vitrinindeki kitaplara bakıyordu. Adamın yüzü hiç de yabancı gelmiyordu.
Kitapçı Mehmet;
“Mustafa Bey vaktiniz varsa içeri gelin, çay içelim”
Onda vakitten bol ne vardı? Emekli de olmuştu ya;
“Sağ ol!” diyerek, yürüdü.
Camekandaki yaşlı adamı tanımış ve gördüğü yüz karşısında şaşkınlığını gizleyememişti. Bu gördüğü kendisiydi. Kendisini tanımıştı. Otuz yıllık memurluk hayatından sonra kendisini yaşlı bir adam olarak gördü. Bu şakakları ağarmış, saçları kırlaşmış, biraz da düşkünleşmiş adam ben mi oluyorum? Diye düşündü. Otuz yıllık memurluk hayatından sonra iş arkadaşları, başka dairelerden tanıdığı memur arkadaşları, müdürleri baştan savma bir veda ile kendisine veda etmişlerdi. Otuz yıllık bir meslek hayatı. Koskoca otuz yıl! Kendisinin çok başarılı bir memur olduğundan, göreve olan düşkünlüğünden, hiçbir işi geciktirmediğinden, yerinin doldurulamayacağından, hatta emekli olsa da kendisinin bilgisinden ve tecrübelerinden faydalanacaklarından filan bahsederek onca yılı birkaç dakikaya sığdırarak veda etmişlerdi.
Meslek hayatında otuz yılı devirmişti fakat içine sorsan daha ihtiyar değildi. Demek ki yanından geçenler kendisinde bu yaşlı adamı görüyorlardı.
Kendisini emekli olsa da hâlâ kendisini genç ve dinç hissediyordu. Bu dünya öyle bırakıp gidilecek bir yer de değildi. Kendisini ilk gün işe girdiği gibi emekliliğinde de hâlâ genç, dinç ve sağlıklı hissediyordu.
Sağ kolunun altında gazete ile yayan yürüdü. En yakın çay ocağına önünden geçtiği dükkanların vitrinlerinde kendisini seyretti. Yaşlanmıştı. Kendisi ile birlikte yaşlı bir insan yürüdü.
Neden sonra her gün gittiği kahvehanenin penceresinin önüne oturarak gelip geçenleri seyreder görünen ve konuşmalara katılmayan Mustafa Bey birdenbire oturanlara dönerek biraz da şaka yollu;
“Ben milletvekili olayım da…” dedi.
Kahvede okey oynayanlar, tavla oynayanlar, hatta çay servisi yapacak kahveci Cemal, Mustafa Bey gibi emekli birkaç kişi daha gelen sese yöneldi. Kahvenin içinde yirmi kişi vardı.
Kapının önünde oturan tapudan emekli Tayyar Bey;
“Sen mi?”
“Ben ya!”
“Ne yapacaksın ki?”
“Ben milletvekili olayım da ne yapacağımı görürsün.”
Nüfustan emekli Necati;
“Bu şehre ne yapabilirsin ki?”
Mustafa beyin oturduğu masanın etrafı bir hilal şeklini alıyordu, mutlaka güzel bir muhabbet başlayacaktı.
Biraz önce yolda yürürken yanında yürüyen o yaşlı Mustafa yoktu. Genç, dinamik birisi vardı artık. Bu düşüncesini hep kendisinde saklıyordu fakat nereye kadar. Artık kendisini dinleyecek şimdilik yirmi kişiye yakın bir kalabalık da bulmuştu. Daha ne olsun! Emekli olduktan sonra milletvekili olmayı düşünüyordu. Ben bir milletvekili olsam. Bu şehri şaha kaldırırım. Şehir için çok büyük projeler düşünüyor. Hülyalı rüyalar görüyordu. Sokaklarda dolaşırken her gördüğü olumsuzluğu aklına yazıyor, sonra da bunları güzel cümlelerle nutuk şekline getiriyordu. Bir milletvekili olsam, diye hülyalı düşüncelere dalıyordu.
Mustafa yönünü kendi çevresini saran kalabalığa dönerek, bu arada da çaycıya;
“Arkadaşlara benden bir çay!” dedi.
Tüm oturanlar oturdukları sandalyeleri biraz daha sıklaştırarak çevresini sardılar.
Mustafa;
“Ben milletvekili olayım da…” dedi.
Tapudan emekli Tayyar Bey;
“Farzet ki oldun! Ne yapacaksın?!”
Çaylar önce Mustafa’ya sonra tüm dinleyenlere dağıtılmıştı ki Mustafa;
“Anlatayım mı?” dedi. “İyi dinleyin o zaman? Öncelikle ben gelmişim altmış yaşıma bu şehirde birlik, beraberlik yok. Öncelikle birlik, beraberlik sağlanmalı. Herkes bu şehir için elini taşın altına sokmalı. Sen, ben olmadan.”
Gençlerden birisi;
“Abi haklısın.”
Mustafa;
“Birlik ve beraberlik içerisinde çalışmayı ve sevgiyi teşkil edeceğiz.”
Çaycının yanında oturan kısa boylu kalın sesli birisi;
“Pekâlâ, dedi, bunu da sağladığımızı düşünelim.” Dedi.
Mustafa;
“Birlikten kuvvet doğar. Örneğin bu şehre iki büyük fabrika yapılsa en az beş yüz kişilik iki fabrika!”
Gençten çocuk;
“İşsizlikten kurtuluruz” dedi.
Birkaç kişi;
“Bu olur mu?”
Mustafa;
“Neden olmasın. Şehir sürekli göç veriyor.”
Nüfustan emekli Necati yarı şakayla;
“Güzel de Hükümet kabul eder mi?”
Mustafa;
“Biz isteyelim. Bu şehir iyice emekli şehri oldu. Gençlerimizi iş bulmak için büyük şehirlere gidiyor. Genç nüfusun başka ilçelere, illere göçünü engeller, işsiz sayısını azaltırız. Bizim ilçemizde en çok ne üretiliyor, atıyorum şeker pancarı bir şeker fabrikası yapalım, bir kâğıt fabrikası…yapılabilecek en güzel iki fabrika…”
Mustafa;
“Ayrılığa, gayrılığa düşmeden birlik ve beraberlik içerisinde seçeceğimiz bir milletvekili ile…”
Köşede oturan kırk yaşlarında birisi söze karışarak;
“Mustafa bey sen milletvekili olacaksın da ya sözlerini yerine getiremezsen. İki fabrika değil, tekini bile yaptıramazsan.”
“Ben kanun teklifini vereceğim…İlçe adına, sizin adınıza…Hem durun bakalım milletvekili oldum mu? Olursam diyorum…”
Kahvenin içindekilerde bir gülüşme vardı. Yalnız camekanın yanında oturan milletvekili olacak Mustafa sanki köşeye sıkışmış gibiydi.
Mustafa:
“Arkadaşlara benden birer çay daha!
Yirmi bardak çay daha hızlıca dağıtıldı.
Tapucu Tayyar:
“Seni milletvekili seçmek lazım!”
Nüfustan emekli Necati:
“Abi sen gelecek seçimlerde inşallah…”
Gençlerden, çay ocağının yanında oturanlardan ve emekli birkaç kişiden de milletvekili olmasına dair “evet, evet milletvekilimiz olursun!” sözleri işitildi.
Mustafa:
“Sizlerin taktiri” derken, şehir için yapacağı projeleri ardı ardına sıralıyor, çaylar afiyetle içiliyordu.
Daha ne güzel projeleri vardı ki insan boş olup da dinlemeliydi.
Mustafa;
“Arkadaşlar sözlerimiz şakadan ibaret ama şaka da olsa hoşuma gitmedi değil.” dedi.
Hesabı sordu.
Çaycı;
Altmış çay, dedi onar liradan altı yüz lira”
Elini cüzdanına götürdü, tapucu Tayyar ve Nüfustan emekli Necati;
“Abiii! Abiii olmaz. Sen de emekli adamsın.” Dediler, ödenecek çay parasını birlikte ödediler.
Yavaş adımlarla kahveden ayrıldılar.