Son yıllarda şehir içinde hemen hemen hiç resmi üniformalı polis veya bekçi göremiyorum. Belki işe giderken ya da öylesine yoldan geçerken tersi olabiliyor. Bunun bir istisnası var elbette: Şehre bir devlet büyüğü gelecekse, her köşe başı polislerle dolabiliyor.

Gelişmiş, gerçekten demokrasi ile yönetilen ülkelerde cumhurbaşkanı bisikletle gezebiliyor; bir başkası uçaktan inerken valizini ve dosyalarını bizzat elinde taşıyabiliyor. Ama bizde “itibardan tasarruf olmaz!”

Biz nasıl böyle bir ülke olduk?
Gerçi her zaman benzerini yaşadık ama bu kişiler halktan korkuyor mu, utanıyor mu, anlamış değilim…

Biz özellikle polisimizi severiz; onlar bizim çocuklarımız. Aynı küçük bir toplum içinde beraber yaşadığımız için galiba birbirimize bazen gereğinden çok yakınız.

Geçen hafta kaldırımda yürürken bir trafik polisi aracı yanımdan geçiyordu. Yanlış park eden araçları uyarıyordu. Hoparlör sonuna kadar açıktı. Bir ara araçtan değişik bir uyarı çıktı:
“– Hey Mustafa! Ne yapıyorsun len!”

Mustafa kimse, öteki kaldırımdan yürüyen şahıs cevap veremedi.
“Burası Akşehir, Nasreddin Hoca’nın kenti; olur böyle şeyler.” dedim, yoluma devam ettim…