Eşimle birlikte Tayland gezimizde tanışıp çok sevdiğimiz Kenan ve Emine Eygeci çiftinden bir telefon aldım: “–Abi, biz karar aldık. Önümüzdeki hafta Mısır’a gidiyoruz. Sizi de mutlaka aramızda görmek istiyoruz…” Olur mu? Olur…
Ortaokul yıllarında görsel hafızama kazınmış bir resim vardı: II. Ramses’in mumyası. Burnu orta yerinden çökmüş, binlerce yıldır o halde yatıyordu. O dönem birden Mısır medeniyetine merak sarmıştım. Önce Tutan Kamun’un Lanetini, ardından Erich von Däniken’in Tanrıların Arabaları ve devamında Yıldızlara Dönüş kitaplarını okudum. Bu ilgi böyle sürüp gitti. Bir Paris gezisinde Louvre Müzesi’nde de bu uygarlığın izlerini izlemeye devam ettim.
Artık sıra bu uygarlığın başkentine gelmişti. Sevgili Eygeci ailesiyle buluşup özlem giderdik. Yanlarında süper zekâlı oğulları Eray da vardı. Uçağımız Kahire Havaalanı’na indiğinde hava kararmak üzereydi. İşlemleri tamamlayıp dışarı çıktığımızda tur aracına bindik. Bir süre öylece bekledik. Nedenini sorduğumuzda, “Polis ekibi gelecek,” dediler.
Polis aracından bir görevli bizim araca bindi ve yola çıktık. Emniyet aracı önde, biz arkada ilerliyorduk. Meğer geçmiş yıllarda teröristlerin çok önemli bir tapınağı basıp yüzlerce turisti öldürmesi nedeniyle Mısır turizmi büyük bir çöküş yaşamış. Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen yabancı turistler için hâlâ koruma tedbirleri uygulanıyormuş. Sonraki günlerde ise şehirde hiç polis görmedik, ama işte yolculuğumuz böyle başladı.
Kaldığımız yer harika bir oteldi. Arada epey mesafe olmasına rağmen terasa çıktığımızda ışıklandırılmış piramitleri görme fırsatımız oldu.
Sabah olduğunda Giza Piramitleri ile buluştuk. Ortam inanılmaz derecede karmaşıktı; kalabalık ve kargaşa içinde kapılardan güçlükle geçtik. Ancak içeri adım attığımız anda sanki bir hayal âlemine girmiş gibi olduk. Piramitlerle aramızda yine oldukça uzak bir mesafe vardı, fakat o ihtişam her şeye değiyordu.
Ziyaretçileri piramitlere taşımak için deve sahipleri, atlılar ve iki tekerlekli faytona benzeyen araçlarla gelenler seçim yapmamızı bekliyorlardı. Biz tercihimizi arabalardan yana kullandık. Hoplaya zıplaya önce Keops’a, ardından Kefren’e ve en küçüğü olan Mikerinos’a vardık. Artık 4.000–5.000 yıllık bu devlerin yanındaydık.
İçine girmeyi düşünmedik; yaşımız ve fiziki durumumuz buna pek olanak tanımıyordu. Sfenks’i de ziyaret ettik, bol bol fotoğraf çektirdik. Anı eşyaları satın aldık.
Ertesi gün Büyük Mısır Müzesi’ne doğru yola çıktık. Rehber kullanmadığımız için epey yorulduk. Bu ülkenin trafiği inanılmaz derecede bozuk; caddelerde ne trafik ışığı var ne de polis…
Yanımızdan geçen bir at arabasının atı, bir anda kafasını içeri uzatıp sanki Emine Hanım’a “Hoş geldiniz!” der gibi baktı.
Ve artık bu efsane uygarlığın merkezindeydik. Devasa anıtlarla, mumyaların bir kısmıyla, yazıtlarla ve binlerce yıllık anılarla yan yanaydık. Rehber kullanmamanın acısını fazlasıyla hissediyorduk. Bilinçsizce galeriler arasında dolaşırken, bir anda saptığımız yol bizi TUTANKHAMUN’un hazinelerine götürdü.
Ağzım bir karış açık, ünlü ölüm maskesini ve diğer eşsiz objeleri hayranlıkla izledik.
Kahire, yirmi dokuz milyon nüfusuyla her yeri gezip görmenin neredeyse imkânsız olduğu bir şehir. Hatta o düzensiz ortamda sağ salim dolaşıp çıkmak bile insana olanaksızmış gibi geliyor.
Tahrir Meydanı denilen alana geldik, oldukça yorulmuştuk. Kenardaki bir kaldırıma oturduğumuz anda yanımıza gelen bir görevli “Yasak,” diyerek bizi kaldırdı. Meğer hemen yanımızda Enver Sedat’a ait anıt mezar bulunuyormuş ve burada geçmişte yaşanan olaylar nedeniyle üç-beş kişinin bile yan yana durmasına izin verilmiyormuş.
Sorduğumuzda bize başka bir mekânı, yeni açılan bir müzeyi tarif ettiler. Orayı, bir süre önce televizyonda izlediğim bir görüntüyle hemen anımsadım: Düzenledikleri muazzam bir kortejde, sayısız mumyayı tören eşliğinde caddelerden geçiriyorlardı. İşte, o yeni müzeye vardığımızda yine bilinçsizce dolaşmaya başladık. Aşağı kattaki bir galeride, arada birer camekân içinde sıralanmış halde yatıyorlardı. Aniden karşımda II. Ramses belirdi. Eğildim… Yıllar önce içime işleyen o figür şimdi yanımda duruyordu. Uzun süre bu bölümden ayrılamadım.
Bu ziyaretle 47. —ve galiba son— ülkem de olmuş oldu. Ama siz sevgili okurlarım, imkânlarınız ölçüsünde mutlaka gezin, dolaşın. Kesinlikle Mısır’ı listenize ekleyin.
Ve gitmişken… Özellikle II. Ramses’e benden selam söyleyin.