Çarşının içinde gezerken ayakları onu nerelerde gezdirmişti böyle. Aslında çarşıda gezerken her zaman ki gibi çay ocağına girecek, bir bardak dumanı üstünde çayı içecekti fakat istemedi.
Çarşıya girince sanki ayakları ona “yürü diyordu yürü” o da ayaklarının kendisine seslendiği söz ile yürüdü. Yürümek güzel gelmiş, hoşuna da gitmişti. Şehri temizleyen yağmur damlalarından kaçar adımlarla şehre doğru hızlı adımlarla yürümüş, yağmurun toprağa verdiği serinliği o toprak kokusunu tüm benliğinde hissetmişti. Yağmur, bereketti, yağmur rahmet. Yıllardır bu şehrin sokaklarını dolaşmak isterdi, gezmek. Ancak bu hafta sonlarında kendisine tanınan bir mutluluktu. Gün boyu küçücük bir odada bilgisayarın başında, kafa, göz ve beynin onulmaz yorgunluğu vardı. Yağmur sonrasında bu şehrin yolları sessiz, sakindi. Demek ki hafta sonları, Cumartesi ve pazar günleri bu şehrin sokakları böyle oluyordu. Sessizlik ve sakinlik. İnsanın kendisiyle, şehirle ve yalnızlığı ile baş başa kalmasıydı ondaki bu durum. Ayakları her adımda onu gençlik yıllarına götürürdü. Gençliğinde de bu yolları nasıl mutlu adımlarla gezerdi. Şehrin daracık, eğri büğrü yollarından bir mutluluk içerisinde girerdi, şehrin alanına. Şehrin ortasındaki parka girmek istedi. Yağmur durmuş, şehri kaplayan bulutlar, yavaş yavaş şehrin üstünden çekilmekteydi. Parktaki garsonlar ıslanan sandalyeleri tek tek silmeye koyulmuşlardı. Şehirde bir sessizlik bir sakinlik vardı, yalnız garsonların birbirine bağrışları, sandalyeleri ellerindeki bezlerle silme sesleri duyuluyordu. Parkın girişindeki ağacın altındaki masanın biraz önce silinen plastik sandalyesine oturdu. Ardından hızla adımlarla garson masanın başında elinde tavşan kanı bir çayla gelerek masaya çayı bıraktı.
Yıllar öncesi lise yıllarındaki anıları bir bir sökün etti, yıllar önceydi işte. Yıllar öncesi kaç yıl? Şöyle bir düşündü. Kırk yıl mı yoksa daha mı fazla. Aynalar aynı fakat değişen saçlarının yıllarla birlikte döküldüğü, yüzünün kırışıklıklarının arttığı, yavaş yavaş kendisine yabancılaştığı birisi mi vardı sandalyede oturan. Kimdi? Neydi? Yıllar öncesinden elinde ders kitapları ile kitaplarının arasında sakladığı Tolstoy ile Dostoyevski ile Orhan Veli ile kaçıp gelen bu gence bütün bütüne de yabancı değildi. Çok uzaklardan gelen bir yabancıydı. Çokkk uzaklardan gelen bir dost. Sandalyeye oturmuş kalmıştı, adeta oturduğu yere çakılmış kalmış, adeta sandalyesine kilitlenmişti. Bir insan bu kadar mı yorulurdu, bu kadar mı ayakları kendisine karşı dururdu. Karşı sandalyeye bir kız gelmişti. Esmer çok güzel bir kız. Gençliğinin sevdası mıydı? Rüya mı? Bir delikanlı onun karşısındaki masaya geçti oturdu. Gözleri kızda, kızın gözleri ise ondaydı. Kız bir çay söyledi, karşısındaki delikanlı da bir çay söyledi. Sonra o havalı muhtar çakmağını çıkartarak sigarasını yaktı. Sonra bir başka bir genç kızın oturduğu masanın başka bir tarafına elinde haftalık çıkan bir mizah dergisi ile geldi. Yavaş yavaş park kalabalıklaşmaya başladı, bir müzik sesi yayıldı parka. Ferdi Tayfur’un “Hatıran Yeter” şarkısı çalıyordu. Bir çay daha istedi. Acaba yıllar öncesinden sevdiği gelecek miydi? Yeniden bir çay söyledi. Muhtar çakmağı ile sigara içen genç biraz önce kalktı, ardı sıra genç kız hızlı adımlarla yürüyerek parktan ayrıldı.
Kime anlatacaktı sevdasını? Yürüdü ağır adımlarla. Sevdiği de gelmemişti. Dükkân vitrinlerine baka baka yürüdü. Gerçekten de yaşlanmaya yüz tutmuştu yüzü. Sanki bu yüzü kendisine yabancıydı. Hani o gençlikteki gürül gürül, pırıl pırıl saçları. Kimi zaman sağdan sola, kimi zaman da tam tersine ayırırdı. Saçlarını gözlerini beğenirdi. Ya bu kitapçının vitrininden içerideki kitaplara bakan yüzdeki bu yüz kime aitti? İnanamadı kendisine. Şakakları ağarmış, gözleri çok okumaktan, bilgisayar başında kâh rakamları, kâh harfleri takip etmekten kanlanmış. Son yılarda bir de gözlük takmış. Yok yok bu o lise yıllarındaki hali değil. Zayıf bir insanın yılların verdiği bir yorgunluğu var yüzünde. Lise yıllarındaki halinden eser yok. Parka da gelmedi sevdiği, sevdiği derken acaba sevildi mi, sevilmiş miydi?
Elleri cebinde yürüdü şehrin içerisinde. Kaldırım taşlarından bir tanesi kalkmış ki bastığında yağmur suları paçalarına geldi. “Bu kaldırımları… “ dedi. Biraz daha dikkatli yürümeye başladı. Kaptırmıştı kendisini yine şehrin sokaklarına. Yanından son sürat bir araba geçti. Yağmurlu havalarda yol kenarlarında biriken sulardan karşıdan karşıya geçmek için ayakkabılarının topuklarına basa basa yürüyordu. Ayakları çoğu zaman onu gençlik yıllarına götürüyordu götürmesine ya şu vitrin camları olmasa ne güzeldi. Yıllar geçmiş insanların arasında onlar gibi yaşayıp didindiğini, yaşlandığını, sevdiğini fakat sevildiğini anlamadan yaşamıştı hayatı. Hayat bir serüvendi ve o serüvenin bir kahramanı.
Ne çok sevmişti. Herkesi kendisi gibi bildiği için sevmiş, ne çok gereksizlerle zaman harcamıştı. Yanlış sevgilerle sevgililerle zaman harcamıştı. Ben böyle adamların sevdaların insanı değilim, olamam diyordu.
Sokaktan büyük büyük otobüsler, taksiler geçiyordu. İleride sinemanın önünde gençlik vardı. Yirmili yaşlarda gençler, belli ki liseli gençler. Sanayide bir hafta çalışıp haftalıklarını almış çıraklar, kalfalar, çıplak kadın afişlerinin filmlerinin olduğu yıllar, Yeşilçam’ın avantür, erotik filmlerinin olduğu yıllar, seksenli yıllar. Sinemanın çarşıya doğru yayılan kulakları tırmalayan müziği yine son sesi açılmıştı.
Kaç yıl önceydi. Kırk yıl, elli yıl. Yaşamadan yaşanılmış yıllar. Buruk, acı dolu. Yaşadığını sanırken yaşlanmıştı. Dökülen saçlar, yüzde ve alında kırışıklıklar ve gözlerde şu kalın çerçeveli gözlük. Zaman akıp geçerken sevgi aramış, bulmuş, bulamamış, mutluluk ararken öyle, bir yalnızlığın girdabında kalmıştı.
Şehrin en büyük ve kalabalık caddesi kendisini karşıladı. Artık yağmur durmuş, ehemmiyetini kaybetmişti. Etrafından duyduğu sesler kulaklarına kadar geliyor, sonra kalabalıkta dağılıp gidiyordu. Pastanenin önündeki şemsiye altında oturanların konuşma sesleri, kahkahalar, gülüşmeler, bağrış çağrış, gürültü, gerekli gereksiz klakson sesleri duyuluyor, herkes kendi halinde, herkes kendi dünyasında, zamanın yorgunluğunda yürüyor gidiyordu. (29 Nisan 2025-AKŞEHİR )