Bazen incecik kanatlarıyla rüzgâra karşı yürür, bazen de rüzgârı arkasına alıp usulca süzülür. Kimi gün hayata tutunmak için savaşır, kimi gün sessizce kendini var etmeye çalışır. Hayatın sert rüzgârlarıyla dövülür, kırılır ama asla yok olmazlar. Çünkü onlar, görünmezliğin içinde var olur, suskunluğun içinde direnir.
Kadın fark edilmeden dokunur hayata. Sesi duyulmaz, emeği görülmez çoğu zaman. Varlığını yokluğunun içinde taşır. Yorgunluğunu bir perde gibi çeker, sessizlikle anlatır kendini. O, hem görünmeyen bir omuz, hem unutulan bir el gibidir; dağılır, toplanır, çözülür ama dağılmamış gibi davranır. Çünkü bu topraklarda kadın, en çok da güçlü olmak zorunda bırakılır. Kırılmadan, kırıldığını belli etmeden yaşamak zorundadır.
Görünmeyen, duyulmayan zamanla unutulur. Unutulan ihmal edilir ve kadın, zamanla görünmez olur. Onun yokluğu; eksik bir tabakta, bir çocuğun gözlerinde, bir annenin sessizliğinde hissedilir. Maalesef ki bazı kadınların hikayesi, yalnızca yokluklarıyla hatırlanır: bir haber bülteninde, kısa bir başlıkta, donuk bir istatistikte… Her bir kaybedilen kadın, bu topraklarda yarım kalmış bir şiirin daha sessizce rüzgâra karışmasıdır; yitik bir hayatın, kırık bir umudun sessiz hikayesi...
Bazen düşünüyorum da, biz kimiz bu dünyada? Kırılgan bir yaprak mıyız ki, rüzgârla beraber savrulmaktan korkalım? Yorgun bir ağaç mıyız, yükselmekten çekinelim? Sesimiz var; engellenen, duyuramadığımız. Çığlıklarımız var; işitmediğiniz. Ama unutulmamalı ki, en sessiz direnişler bile bir gün rüzgârı değiştirir ve adaletsizliği dağıtır.