İlerde sinema afişlerine hayran hayran bakan bir kalabalık vardı. Ne kahve önündekilere ne de sinema önünde afişlere bakanlara görünmemek için hızla önlerinden geçti. Bir telaş vardı, ayaklarını ve bedenini kapsayan. Kendisi ile kalmalı bu kalabalıktan sıyrılmalıydı. Ara bir mahalleye daldı. Tozlu, topraklı bir mahalleydi burası.

Şehir bu kadar aşağıya taşınmamıştı, bu şehir ve bu şehrin en gözde mahallesi Çay Mahallesiydi. Zamanla şehir Çay Mahallesi’nden aşağılara doğru kaymış, nüfus artmış, insanlar günden güne yıldan yıla fazlalaşmıştı. Ne çok bina yapılmıştı. Şehir dört bir yandan gelişmiş, apartmanlar, binalar çoğalmıştı. Ne çabuk mantar biter gibi binalar bitivermişti. Akşehir’in ilk yapılan apartmanlarından stadyumun karşısında bir apartmanı hatırlıyordu, hatta ilk bu apartmana asansörün de yapıldığı, çocukların bu apartmandaki asansöre ine-bine arızalandırdığı bir söylentisi vardı. Kaç yıl önceydi, ben diyeyim otuz beş sen söyle kırk yıl öncesi.

Sonra 24 Ağustos İlkokulu’nun arkasında, Yağlı Dede Türbesi’nin önünde boşluk alanda futbol topu oynadığımız günlerdi. Bak şuradaki apartman sonradan yapılmış, burada eski evin pencere camını top oynarken kırmıştık da sonra kaçmıştık.. Hey gidi günler!

Ne 24 Ağustos İlkokulu’nun ne Yağlı Dede Türbesi’nin civarı ne Çay Mahallesi eski mahallemiz. Her şey her şey bu şehir değişmiş. Buralardaki ne boş arsalar ne yıkık viran evler kalmış. Yeni yeni binalar adeta göğe doğru yükselivermiş. Sadece mahalleler mi değişmiş, sadece mahalleler mi? Eski insanlar da kalmamış, o güzelim muhabbetine doyamadığımız güzel insanlar neredeler? Yoklar artık o güzel insanlar da yoklar!

Tozlu yollardan, ara sokaklardan yürüdü. Yine o bildik o gürültülü, telaşlı insan kalabalığının ortasında kendisini buluverdi. Ne çok apartman yapılmıştı, ne çok insan vardı. Yalnız ne sinemalar kalmıştı, ne eski Anıt Alanı, ne Belediye Binası, ne Belediye Düğün Salonu, ne Akşehir Halk Kütüphanesi…insanlar ve kalabalık alanı doldurmuş, caddede bir aşağı bir yukarı inip çıkıyorlardı. Kalabalıktı, kalabalık bir insan topluluğu.. Kendisini şehrin ortasında kalabalıkta buluvermişti. Kalabalık içinde şehrin gürültüsündeydi. Ne yapsın öylece en çok sevdiği kitapçıların vitrinleriydi, Vitrinlere baktı. Yeni çıkan kitaplara. Ayakkabı mağazalarının bulunduğu Arastada gezindi. Sonra pastanelerdeki pastalara. Sonra gazetelerin başlıklarına baktı. Ne çok iç karartan haberler vardı. Hızla yürüdü..

Kalabalıkta birkaç omza çarptı. Arastada cami yanındaki çay ocağına girdi.

-Hoş geldin müdür bey, hoş geldin.

-Hoş buldum. Dedi,

Söylemeden çayı geldi.

-Geçen günkü yazın çok güzeldi.

-Hangisi?

-Yarenler Pazarı.

-Teşekkür ederim, sağ olun. Dedi.

Biraz oturdu.

Sonra çay ocağından bir çay daha içerek ayrıldı.

Esas Baklava’dan çağırdılar ya girmedi. Karşıdan Güvendik Pastanesi’nden Erdal Güvendik;

-Hiç uğramıyorsun…dedi.

Ona da bir selam vererek kalabalığa daldı. Öyle bir kalabalıktı ki birkaç kişiye çarparak yürüdü. Üzerinde atamadığı bir sıkıntı vardı. Nasıl giderecekti. Kalabalıklar içinde yalnızdı. Kalabalıklaşan bir kent. İnsanlar. Yürüdü. Kaldırımda kahkaha atarak gidenleri, kol kola gezenleri, genç kızları, pastanelere girenleri, vitrinleri izleyenleri gördü.

Meydanın insan kalabalığındaydı. Elini cebine attı. Sigara yakacaktı, sigarasının bittiğini anladı. Yol üzerindeki Enişte Gıda’dan bir sigara aldı. 24 Ağustos Bulvarı’nda yürüdü, yürüdü. Bir yandan da sigarasını tüttürüyordu. İnsan kalabalığının içerisinde kalabalıkların içinde yalnızdı. Tüm insanlar aslında biz birbirimize benziyorduk. Sadece yüzlerimiz, şekillerimiz farklıydı. Üzüntülerimiz, sevinçlerimiz, kederlerimiz aynı olmasa da bence benzerdi. İnsan kalabalık içinde kendini ne kadar yalnız, acıları, sevinçleri, mutlulukları, tasaları ile farklı yalnız hissetse de aslında kalabalıkta yalnız değil gibiydi.  (Akşehir-2024)