Akşehir Çay Mahallesi’ndeki Bayram Sokağı adeta bir koridor gibi Cumhuriyet İlkokulu’ndan yukarıya doğru uzanır. Karşılıklı olarak iki yana dizilmiş, yuğa taşlı birer katlı, toprak damlı evlerdir bu evler.

Çıkmaz bir sokak. Bu sokakta kimler oturmadı ki! Akşehir’in 19 Mayıs 1953 yılında kurulan Pervasız Gazetesi’nin kurucusu ve sahibi, gazeteci-yazar Ahmet Şener. Akşehir’in Belediye Başkanlarından Yaşar Cenikoğlu, İğneci Nuri Efendi, Akşehir’in ilk faytoncularından Faytoncu Sabri Efendi. Akşehir Saray Sineması’nın makinisti Bayram namı diğer Mavili. Makinist İsmail Kurşunat. Sodacı Kadir. Bir sokak altındaki çıkmaz sokakta Avukat Fatma Bakırel daha kimler kimler! Yine unutuyordum dünyaca tanınan karikatüristimiz Sezer Odabaşıoğlu, Erkök Avcıoğlu hep bu mahalle de yaşamış şahsiyetler. Bu sokağa giren çıkan herkes ilgiyle gözden geçirilir. Yanlışlıkla bu sokağa girenler nasıl bir sokağa girdiklerini önce anlayamazlar. Tek katlı kapı önlerinde oturan kadınlar kızlar, yalın ayak, başı kabak erkekli kızlı çocuklarla karşılaşan, pencereden sarkarak kapı önünde oturanlara lâf yetiştiren kadınları görenler adeta bir şaşkınlığa uğrar, mahallenin daracık bu sokağının Akşehir’e ait olup olmadığına kuşku ile bakar.

Akşehir Çay Mahallesi’nde Akşehir’in geleceğine yön verecek öyle güzel insanları olduğu gibi yine bu mahallede kunduracısı, kasabı, manavı, nalbandı, emeklisi, memuru, çalışanı, çalışmayanı, amelesi, genci, yaşlısı, dulu, bekarı her kesimden insanı vardır. Cumhuriyet İlkokulu’nun karşısındaki bu çıkmaz sokağın en sonundaki ev Faytoncu Sabri’nin evidir. Onun yanında İğneci Nuri Efendi’nin evi, Pervasız Gazetesi’nin kurucusu Ahmet Şener’in evi, biraz ötesinde eski belediye başkanlarından Yaşar Cenikoğlu’nun evi. Tek katlı bu evlerde oturanlar genelde bilek gücü ile alın terleriyle ekmeğini kazanmaya çalışan insanlardır. İşlerine dört elle sarılmış, gelecekten umutlu insanlardır. Ayrıca boş gezene de iyi gözle bakılmaz, mutlaka çalışan bir tanıdığın yanına işe aldırılırdı. Akşama doğru bir bakarsın Çay Mahallesi’nde memurlar ve öğrenciler şehir sinemaları Saray, Uğur ve Uzay Sinemaları’nda bir güzel film oynamıyorsa eve erken dönerler. Eğer ki güzel bir film varsa onlar da geç saatte evlerine dönenlerden olurlar. Sanayide çalışanlar ise onlar artık işin bitiş saatine göre daha da geç dönenlerdendir. İş dönüşü alın teri ile kazanılıp koltuk altına alınan bir somun ekmeğin verdiği mutluluk ve huzursa bir başkadır.

Çay Mahallesi köklü Akşehirlilerin oturduğu mahalledir. Bundan elli yıl elli öncesinin Akşehirlileri bilirler elbette. Herkesin herkesi tanıdığı, bildiği, gülümsediği, selam verdiği dedikodu yaptıkları Akşehir’in Çay Mahallesi’ni. Yaz günleri kadınların sokaklarda oturdukları, çekirdek çitledikleri, misafir kahkahalarını taşıyan güzelim sokaklar.

Sabah artık ilk önce bu mahalleye gelmiştir. Yer sofrasında kahvaltısını atıştıranlar, minder üzerine oturup bir ucu kırık aynalarda tıraş olmaya çalışanlar, koşar adım işe gitmeye çalışanlar…Çay Mahallesi’nin bu çıkmaz sokağından şehre giden bu insanlar gün boyu bu şehirde emeklerini harcar, alın terlerini akıtır, şehrin insanı olurlar. Evine ekmek götürmeye çalışan bu insanların eşleri ise sabahtan çocuklarını Cumhuriyet İlkokulu’na gönderme telaşını atlattıktan sonra, sabah kahvaltı sofrasını toplamış, kimi mutfakta bulaşığa kimi sokağa açılan kapının önünde dedikoduya, gürültülü konuşmalara başlamış olurlar. Bu arada okula gitmeyen bebekler ki odanın ortasına kurulan beşikte sallanmakta, okula gitmeyen küçükler annelerinin dizlerinin dibinde, kimi yaramazlık peşinde kimi kilim üzerinde emeklemektedir; birazdan okulun kapısının önünde teneffüs zilini çalan öğrenci de görülür.

Artık mahallenin kadınları kapı önlerinde koyu bir sohbete koyulur, genç kızlara erkek, erkeklere bekar kızlar yakıştırılır, çekirdekler çitlenir, kapı önlerine kadar getirilen radyolardan türküler dinlenir, çaylar demlenir, güzel bir türküde bahçesi olan evin bahçesine girilerek, türkü bitinceye kadar oyunlar oynanır, daha doğrusu kurtlar dökülür, bu ara mahallenin ve Akşehir’in tanınmış ve sevilen faytoncusu Sabri Efendi çift beygirli süslü faytonu ile Bayram Sokağı’ndan Cumhuriyet İlkokulu’na doğru iner.

Gece olunca işlerinden evine yorgun argın dönen insanların canı sıkılır; mahallenin en yakın kahvesinde soluğu alırlar. Bu çıkmaz sokakta oturan mahalle sakinleri de karşılıklı pencerelerden birbirlerine bakarak tekrar akşam sohbetine koyulur. Artık akşam olmuştur ve sabahki yüksek sesle konuşmalar yerini alçak sese neredeyse fısıldaşmaya bırakmıştır. Zaten karşılıklı evlerin aralığı mahallenin faytoncusu Faytoncu Sabri’nin iki beygirle geçebileceği kadar genişlikte okuldan yukarı doğru çıkan taş döşeme bir yoldur. Şehirdeki kahvelere giden gençlerin sesleri duyulur, dudaklarındaki sigaraların ateşi parlar. Kaba saba konuşmalar duyulur, kahkahalar, bazen bağrış-çağrış olur. Kahvede kurulan oyun masalarında “al kızı, ver papazı” sesleri duyulur. Kahvecinin “çaylar tazeee!” sesi kahvede yankılanır. Okuldan dönen çocuklar ödevlerini yapmaya başlamıştır. Gece yarısına doğru emekliler yaşlarının da verdiği yorgunlukla uyuklamaya başlar. Gecenin bir vakti lambalı radyodan ajanslar dinlenmeye başlar. Gecenin bilmem kaçında gece bekçisinin düdüğünün sesi mahalleyi kaplar. Kahvenin kapanmasına yakın yarın yine işe gidecek olanlar günün yorgunluğunu üzerlerinden atabilmek için gittikleri kahvelerden birer birer dönmeye başlarlar.

Bayram Sokağı’nın karşısında bulunan öncenin Cumhuriyet ilkokulu, şimdi Akşehir Belediyesi olan bu binanın tam da karşısında, iki üç belediye aracının konabildiği bu yıkıntı da 70’li yıllarda Mavili’nin evi vardır. Şimdi Mavili kim? Dediğinizi duyar gibiyim. Bayram namı diğer Mavili 70’li yıllarda Akşehir Saray Sineması’nın makinistidir. O yıllarda kırklı yaşlarında. Bir yetmiş boylarında, uzun boylu, zayıf, kara yağız, esmer, kalın bıyıkları olan bir Akşehirli. Sinemanın makinisti olmasından dolayı herkes tarafından seviliyor. Hiç evlenmemiş. Bekar. Belki kendi tercihi, belki de yoksulluktan. Bir garip anası bir kendi. Mavili’nin tek katlı, köhne, fakirce döşenmiş, sadece sabah güneşi gören evinin odasına güneş dolmuştu. Gözlerini açtı. Çocuk seslerini işitti. Soluk perdeyi kenarından açtı. Gökyüzüne baktı. Masmavi bir gökyüzü. Gece dokuz matinesinden sonra eve gelmişti. Pencerenin bir kanadını açtı ki eve tertemiz hava girsin. Yaşlı annesi kalkmış mutfakta kahvaltılık bir şeyler hazırlamıştı. Çıkmaz sokaktan okula doğru geçip giden öğrenciler vardı. Çıkmaz sokağın sonuna doğru evinden aşağı doğru inen İğneci Nuri Efendi’yi gördü. Bastonu ile yavaş yavaş yokuş aşağı inmeye çalışıyordu. Hava güzeldi. Dar sokağın insanları şehre gidiyordu. Mavili’nin yetmiş yaşlarında garip anasının sesi duyuldu: “Maviliii!” Pencerenin önünde okulu, çocukları, dar sokaktan şehre inenleri seyreden Mavili “Geldim anacığım.” Dedi.

Sokaktan elinde güğümlerle okulun önünden geçen sütçünün sesi geliyordu. Bugün günlerden Pazar. Mavili Saray Sineması’nda öğle matinesinde iki film birden oynatacaktı. Anneciğinin elini öpüp hayır dualarını alarak sokağa çıktı. Biraz yürüdü köşedeki bakkaldan bir gazete aldı. Öylesine gazetenin başlıklarına baktı. Yine cinayet haberleri, hırsızlık, bir başmakale. Hep iç sıkıcı haberler. Bir iki magazin haberi hepsi o. Can sıkıntısı ile yürüdü. Şehirde bir sessizlik bir sakinlik vardı. Cumartesi, pazar günleri hep böyle. İnsanların bir haftalık yorgunluğunu atma günleri. Anıt Alanına doğru yürüdü, bu yol her günkü iş yeri olan Saray Sineması’na giden yoldu. Yolda kendisine takılan birkaç kişi de olmadı değil! Bugün sinemada hangi filmler oynuyordu? Cumhuriyet İlkokulu’nun arka yolundan Çıtakların evinin, Cevdet Ağabeylerin evinin önüne gelene kadar sinemada oynayan filmleri soran üç-beş kişiyle karşılaşmıştı. Nasreddin Ekmek Fırın’ının, Güvendiklerin yazlık sinemasının önünden geçerken ileride iki genç şakalaşarak anıt alanındaki köşedeki kahveye ondan önce girdiler. Bu kahve Akşehir’in en güzel kıraathanelerinden birisiydi. Anıt Alanına giden mutlaka bu kahveye uğramadan geçmiyordu. Hani tekke gibi derler ya öyle, giren çıkan belli değil. Her geçen mutlaka bu kahveye giriyordu. Bu kahvenin özelliği de arkasında küçük bir bahçesi olmasıydı. Mavili de bu kahveyi çok seviyor, her işe gidişinde bu kahveye uğruyordu. Bu kahvenin müdavimleri genelde emekliye ayrılmış yaşlılar, okulu asan gençler, Saray Sineması’nda film başlamasına yakın sanayiden gelen çıraklar, kalfalar, işsiz güçsüz takımı ile nereden çıkıp geldiği bilinmeyen kişilerdi. Kahvede bol bol yaşlılar tavla, domino, okey, iskambil oynardı. Kahve arkaya açılan bahçesi ile de sürekli dolu olur. Hele kışın kahvenin ortasındaki dev gibi sobası gürül gürül yanar, Çay Mahallesi’nin, Anıt Alanı ve çevresinin belli başlı tipleri bu kahveden ayrılmazlar. Kahvenin çırağının “çaylarrr!” sesi sürekli duyulur, gece gündüz anıt kahvesi dolar taşar. Kahvenin birkaç adımla çıkılan basamakları ve her daim açık kapıları gelen misafirlerine adeta “hoş geldiniz” dercesine kahve içerisine buyur etmektedir. Sonra teybin sesi duyulmaya başlar. Artık Ferdi Tayfur mu olur, Orhan Gencebay mı, Neşe Karaböcek mi, şarkı sesleri sinemanın çalan müziği ile karışır gider. Kahveci çırağı: “Mavili Abi yeni gelen film nasıl?” Mavili gülümseyerek: “Güzel” der. “Kovboy filmi. Sever misin?” Çocuk: “Kovboy filmi!!” Yarın izin alıp geleceğim!” der. Mavili gülümseyerek “Haydi bi çay kap gel!” Çocuk koşarak çay ocağına gider. Demlisinden Makinist Mavili abisine çayı getirir. Mavili: “Yavaşşş çocuk” der. “Yavaşşş!” Mavili Anıt Alanına bakarak kendi kendisine “Şehrin ortasında nazar boncuğu gibi bir alan burası. Bu alanın güzelliği hiçbir şehirde yoktur. Ya Saray Sineması’nın güzelliği, Belediye Düğün Salonu, Akşehir Belediye binası ve Akşehir Belediye Parkı. Akşehir gerçekten harika bir yer! Sinemanın güzelliğine bakar mısın? Taştan bir sinema. Değil bu şehirde vilayetlerde bile eşi benzeri olmayan güzel bir sinema. Saray Sineması bu alanın göz bebeği. Yazlığı var, kışlığı var. Yazlık ve kışlık yan yana. Sadece sinemanın film makinesinin yönünü değiştirmesi ile yazlığı, çevirmesiyle kışlık sinemanın filmini oynatıyor. Ne güzel. Ne ala! Bitişiğinde belediye binası var; o da taştan yapı. Yıllarca bu şehrin belediye binası olarak kullanılmış. Onun yanında düğün salonu. Nice mutluluklara, nice güzel anlara tanıklık eden bina; ötesinde şehrin en işlek parkı. Üç güzel bina ve park şehrin nazar boncuğu olan bu alanda. Yine bu alanın etrafını çevreleyen çeşit çeşit dükkânlar, alanın etrafında müşteri bekleyen faytonlar, küçücük küçücük dükkânlar, mağazalar, pastaneler, biraz ötede kitapçı Can Tuğrul, daracık bir alana sıkışmış, ayakkabılarımı boyattığım, ayakkabılarımı boyatmaktan çok muhabbetini sevdiğim, muhabbetine hayran olduğum yaşlı boyacı Çalıkuşu Ağabeyim. Biraz ilerisinde Rüştü Bey İşhanı ve içerisinde Pervasız Gazetesi. Pervasız Gazetesi’nde yazan Akşehirli yazar Tarık Buğra ve onun ölümsüz eseri Küçük Ağa. Tarık Buğra 2 Eylül 1918 de Akşehir’de doğmuş, ilk ve orta okulu Akşehir’de okumuş, gazetecilik hayatına ise babasıyla beraber çıkarttığı Nasrettin Hoca ile başlamış (1949-1952) Milliyet, Vatan, Yeni İstanbul, Haber ve Tercüman gazetelerinde ve Yol dergisinde sanat sayfalarını düzenlemiş, fıkralar yazmış, yazı işleri müdürlüğü yapmış, roman ve hikâyelerinde toplumumuzun tarihini işleyerek, değer yargılarını, sorunlarını işleyen Akşehirli yazar, sanatın insanı yüceltmesi gerektiğini düşüncelerinde yazılarında yer vermiş, Kurtuluş Savaşı’nı yaşayan Anadolu halkının yaşamını ele aldığı Küçük Ağa romanı ile gönlümüzde ve Türk tarihinde ölümsüz bir yer edinmiş, 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul’da vefat etmiş fakat o eserleriyle gönlümüzde ölümsüz bir yer edinmiş diye düşüncelere dalmıştı.

Kahveci çırağı: “Mavili Abi çay!” Saatine baktı. Film başlamasına daha iki saat var. Zaten dün akşamdan film makaralarını hazırlamıştı. Parktan bir müzik sesi alana yayılıyor. Ayağı kırık eski bir masada çayını içiyordu. Çay ya beş ya on kuruş; lira değil. Gazete okuyordu. İnsanların telaşını izliyordu. Zaman akıp geçiyor. Parka giren çıkanları, sinema afişlerini hayran hayran izleyen kalabalığı seyrediyordu Kahvenin tahammül edilmez bir gürültüsü, tavla pulu seslerine, bağrış çağırışlara alanı seyredebilmek için katlanıyordu.

Saray Sineması’nın önündeki kalabalık sinemaya çıkılan on ayağa yakın merdivenlerinden kaldırımların başına, belediyenin önüne kadar taşmıştı. Oysa film başlamasına daha bir saat vardı. Bir saate kadar birkaç çay daha içebilirdi. Şimdi erkenden gidip de sinemanın makine dairesinde ne yapacaktı. Akşamdan film makaralarını hazırlamıştı, sadece girip makineye film makaralarını takacaktı. Sinemanın teybinde Ferdi Tayfur’dan, Orhan Gencebay’dan arabesk müzikleri çalıyor, pazar günü sabahında Akşehirlilere, Anıt Alanına hüzün veriyordu. Öğle seansına doğru sinemanın önüne gelenler gidenler bir hayli kalabalıktı. Sinemanın öğle seansına hafta boyu yorgunluklarını birkaç saatlik film heyecanında atmak isteyenlerle doluydu. Mavili film izlemeye gelenleri uzaktan seyrediyordu. Mavili Saray Sineması’nın yıllardır makinistliğini yapıyor, sinemaya gelenlerin bazıları uzaktan da olsa gözlerine tanıdık geliyordu ki bunlar Saray Sineması’nın müdavimleriydi. Sinemaya gelenlerin kimi film afişlerine hayran hayran bakıyor, kimi birbirini iterek bilet kesilen gişeye doğru sokulmaya çalışıyordu. Sonra sinemanın temizlik işlerini yapan Mustafa sinemanın kapısının önüne çıktı. Kalabalığa doğru “Başlıyor! Haydi Başlıyor!” diye bağırmaya başladı.

Mavili saatine baktı. Filmin başlamasına en az yarım saat kalmıştı. Masanın üzerine seksen kuruş çay parası bırakarak çıktı. Saray Sinemasına doğru yol aldı. Saray Sineması döneminin en iyi sinemalarındandı. Afişleri sinemanın kapısına, tahtadan büyük panolarla asılır, on ayağa yakın merdiveninden hayal kapısına doğru büyük bir istekle girilirdi. Salonu daima dolu olurdu; balkon kısmı da salondaki izleyici sayısını pek aratmazdı. Mavili sinemanın kapısından içeriye girdi. Birazdan filmi başlatacaktı. Salon henüz açılmamıştı, sinema seyircisi koridorda geziniyor, kimi büfeden patlamış mısır alıyor, kimi çekirdek, kimi gazoz alıyordu. Salonda sigara içenler vardı, sigara dumanı salonu doldurmuştu. Sonra salonun kapıları açıldı. Herkes birer birer salona doldu. Bugün salon oldukça doluydu. Salonun ön koltuklarında muhtemelen Akşehir Sanayii’nde çalışan çıraklar, çırakların arkasında gençler, onların arkasında efendi kılıklı memur, amir takımı vardı. En arkada boş bulunan sıralı koltuklarda da ise yine genç seyircilerden bazıları oturmuş, ayaklarını öndeki boş koltukların üstlerine atmışlardı, sinemanın kapısından gören ışıkçının birkaç kez uyarmasına rağmen ayaklarını indirmemişlerdi. Mavili’nin “gençlerrrr!” sesi onları kendilerine getirdi. Korkuyla ayaklarını indirdiler. Neredeyse film başlayacaktı, Mavili bu gençlerle fazla ilgilenmedi. Filmin başlamasına yakın üç dört kişi daha geldi. Kendi aralarındaki konuşmalardan “iyi film daha başlamamış” diyorlardı. Biraz önce arka sırada oturan gençlerin yanına iliştiler. Sinemada seyircilerin çoğu birbirini tanır, birbiriyle şakalaşır, muhabbet ederdi, hatta şakanın dozunu kaçıranlar oluyordu ki birbirlerine sinemanın kantininden aldıkları patlamış mısırları, leblebileri atıyorlardı. Bu arada makinist Mavili bir hışımla salona giriyor, “doğru durun yoksa sizi sinemadan çıkartırım, ona göre!” diyor, tekrar makine dairesine giriyordu.

Akşehir Saray Sineması öyle adına yakışır bir sinema olmasa da sinemanın bulunduğu zamanlarda Akşehir’deki sinemaların en güzeliydi diyebiliriz. Salon kısmı en azından beş yüz, balkon kısmı ile de iki yüze yakın seyirci kapasitesiyle büyük ve güzel bir sinemaydı. Adı Saray Sinemasıydı ya hani saray da değildi. Sinemaya para harcanmış fakat adına yakışır bir sinema olamamıştı, fakat seyirci sayısı ve film kapasitesi ile Akşehir’deki diğer sinemalardan üstünlüğü de göz ardı edilemezdi. Sinemanın tüm duvarları film afişleriyle süslüydü. Film başlamadan önce izleyicilerin büyük bir çoğunluğu bu film afişlerini seyreder birbirlerine: “Aaaa bak, Cüneyt Arkın! Burada da Ayhan Işık‘ın film afişi var. Burada Yılmaz Güney! Türkan Şoray’ı gördün mü? Çok güzel!” gibi konuşmalara sık sık şahit olmamak imkânsızdı.

Film başlamadan önce gong sesini duyup da salonda koşanlar ışıklar söndüğünde yer bulma kaygısına düşenler, heyecandan tuvaletlere gidenler, filmin nereden ve hangi koltuktan daha güzel görüneceğinin ince hesaplarını yapanlar, ellerindeki tespihlerle oynayanlar, gelenler, gidenler, nereye, nasıl oturacağını bilmeyenler, bağrışmalar, çağrışmalar birbirini izlerdi.

Mavili Film başladığında da genelde gelecek haftanın filminden parçalar atardı ki haftaya da sinema boş kalmasın, haftaya da sinema seyircisi olsun, sonra bir sessizlik başlar, gözler büyülü perdeden ayrılmaz, karanlıkta hülyalara dalınırdı. Hele ki başrol oyuncusu birkaç kötü adamı dövüyorsa ki film seyredenlerinden “Vurrr! Vurrr!” sesleri yükselirdi, bunun üzerine Makinist Mavili’den de “Sessiz olalım beylerrrrr!” Uyarısı hemen gelirdi. Hele ki film bir kopsun, salondaki tahta sandalyelere ayak vurmalar, çokça da ıslık çalmalar birbirini izlerdi. Seyirciler bağırırdı: “Makinistttt uyumaaa! Maviliiii!” Bu ikazlara makinist Mavili’den de: “Gürültü etmeyinnnn! Bağlıyoruz!” uyarısıyla hemen karşılık gelirdi. Birkaç saniye sürmez, film koptuğu yerden değil de atlatılmış olarak tekrar başlardı. Yine hülyalar âlemine, hayaller âlemine dalınırdı; artık kalabalık ve karanlık bir dünyanın içerisindesindir. Gong sesi duyulmuş, Mavili filmi başlatmıştır artık. Tabancalar ardı ardına patlar. Atlar dağlarda son sürat koşar. Bir şerif gelir. Tren soyguncularını, banka soyanları kovalar. Film bu ya onlarca insan ölür. Herkes şerifi bekler. O iyi insandır ve kötülerin düşmanıdır. Filmin en heyecanlı yerinde ara verilirdi. On dakika mola. Seyirciler koltuklarından kalkmadan, gazozcu, leblebici, çekirdekçi sinema salonuna dolar, sinema salonunu sesleriyle çınlatırlardı. “Buz gibi gazozzz! Çekirdekçiii!” Sonra yeniden film başlardı. Saat: 14.00 de başlayan filme neredeyse filmin sonuna doğru gelenler de olurdu. Filmin birinci bölümünü giremeyenler için ikinci kısım ne kadar anlaşılır bilmem ama belki de onlar sinemaya geç gelmenin acısını on, bilemedin on beş dakika kadar gösterilecek bir filmde çekerlerdi. Ne olurdu sanki Makinist Mavili filmi bir daha gösterse. Bir de yanlarında oturan seyircilere sormaları yok mudur? “Ne oldu? Nasıl oldu? Kötü adam bu mu?” gibi konuşmalar duyulurdu. Yandaki sıralardaki seyircilerden “Susun artık! Burada filmi izleyemiyoruz.” Geç gelen seyircilerden artık ses çıkmazdı. Her güzel şe gibi film de son yazısıyla biter, salon yavaş yavaş boşalmaya başlardı. Artık izlenen filme göre kimi zaman ağlayarak, kimi zaman gülerek sinema salonu boşalırdı. Mavili sinemanın salon kapısını kapatır, üst salonda kalanlar var mı diyerek üst salona bakar, üst salonun da kapısını kapatır, sonra sinemadan sessiz ve ağır adımlarla çıkanlar, evlerinin yolunu hülyalı adımlarla tutardı. (Eylül/2025-Akşehir)