Eskiden bu kadar çok makam aracı yoktu. İsmet İnönü'nün evinden TBMM' ne hiçbir koruma ve refakatçi olmadan yürüyerek geldiğini; birçok kez gördüm.

Başbakan olan sonra da Cumhurbaşkanı seçilen Demirel'in bile, sıradan tek bir yerli otomobili makam aracı olarak kullandığını da biliyorum.

Kaymakamlık yaptığım yıllarda, hiç makam aracım olmadı. Amerika'nın Ziraat teşkilatımıza bağışladığı ciplerden birini; vali beyler, bazen ayda birer gün için; şoförü olan jandarma eri ile birlikte, kaymakamlara gönderirlerdi. Vatandaşları eşit tuttuğum için; Oradan- oraya atanmaktan... ev taşımaktan bıkıp kaymakamlıktan istifa ettim ve Akşehir'de avukatlığa başladım. Akşehir bana çok uğurlu geldi. Yalvaç, Karaağaç, Yunak, Doğanhisar ve Ilgın'ın Ağır ceza davaları da Akşehir'de görülüyordu. Davalarım yetişilemeyecek kadar çoktu. Bu durum, Siyasete girme olanağını da  sağladı. Kalabalık müvekkillerim, aday yoklamasında öne geçmeme yardımcı oldular.

Seçimi kazanınca Ankara'da memur olan kardeşime telefon ettim; "Gökdelen denen binadan, en ucuz ve tek odalı bir büroyu kiralamasını" istedim Akşehir'den, davalarım dolayısıyla Yargıtay ve Danıştay'a geldiğimde;  dışarıdan görmüştüm gökdeleni.

Akşehir'deki külüstür arabamı da seçilince Ankara'ya getirdim. Büroya gelince; bana çok yakın olan Başbakanlığın önüne park ediyordum. Cumhurbaşkanı'nın tek koruma polisi beni tanıyordu. Bir gün o polis büroma geldi;

"Demirel'in makam aracını çıkaramıyoruz. Arabayı biraz geriye alıver" dedi.  Gidip başbakanlığın önündeki başka bir yere çektim.

Şimdi oralarda yüzlerce silahlı, tüfekli, resmi ve sivil koruma; binaların içinde kimse olmasa da, gece ve gündüz nöbet tutuyorlar. Makam araçları ise, on yirmi değil; yüzlerce bile değil... Sayısız neredeyse!    Üstelik hiçbiri yerli üretim veya montaj değil. En pahalı ve lüks yabancı araçlar...

Oraya; sıradan hatta önemli birinin, arabasını değil park etmek; yaklaştırması bile  olanaksız artık.

Yeri gelmişken, Ankara'nın ilk gökdeleninin haline acıdığımı da belirteyim . O bina satıldı; kiracılar, başka yerlere taşındık. On yıllardır, koca bina hiçbir işe yaramadan öylece duruyor. Üçüncü katındaki geniş manzaralı Set Kafeterya; yemekleriyle ve self servisiyle ünlüydü. Şimdi bomboş! Her geçişimde ıssızlığını ve unutulmuş gibi olan halini görüp üzülüyorum. Daüssıla gibi ağlamaklı duygular kabarıyor yüreğimde... Bina emekli Sandığının idi; sattılar...   Belki de çok zengin bir ailenin tapu yığınları içinde unutuldu gitti...

Birçok başarılı yıllarım onun yedinci katındaki tek odalı büromda geçti. Bu yazıyı yazarken çok duygulandım; gözlerim yaşardı.

Ankara'nın, hatta Türkiye'nin  o ilk Gökdelenine, yeniden bir işlev kazandırılsa; çok mutlu olacağım.