Yalnızlık nöbetlerimde şehrin kalabalık caddelerinde gezmeyi, Hıdırlık'a gitmeyi, olmadı İbre'ye kadar yürüyerek tertemiz kaynağında akan şifalı suyunu içmesini sever, sonunda da yorgunluktan şehrin en işlek caddelerinden birisinde bir kahvehaneye girer saatlerce gelip geçeni seyrederim. 

Bu arada da içtiğim çayların parasını ancak öderken hatırlarım da "Yahu ben o kadar çay içmiş miyim?" derim. İnsanları seyrederken sıkılmam mı? Hayır. Oldukça zevk aldığımı da söyleyebilirim, diyeceksiniz ki şimdi, ya nasıl eğleniyorsun? Bir şekilde eğleniyorum işte. 
Bakın şimdi, görüyor musunuz? Karşı kaldırımdan bir kız geçiyor. Ondokuz yaşlarında var. Genç kız diyelim artık. Genç ve oldukça da güzel bir kız. Sarı saçlı, yeşil gözlü, uzunca bir kız. Ardı sıra gelen iki delikanlı. Arkasından konuşuyorlar. İsterseniz konuşturayım, ne dersiniz? 
Genç delikanlı: 
- Güzel bayan, isterseniz buyurun sizinle bir pastaneye gidelim. Birlikte birer dondurma yeriz. Sonra da sizi evinize bırakırım, olmaz mı? 
Genç kız, şehrin en kalabalık caddesinde üstelik gecenin bir vakti gençlere yüz verecek değil ya. Hızlı yürüyüp gidiyor. Peşinden de iki delikanlı, fakat araları bir hayli var, yürüyüp gidiyorlar. 
Ben de üşenmedim, bıraktım çayı, kahveyi. Uzaktan takip ediyorum. Genç kız önde, delikanlılar peşinde, kuyruk gibi takip ediyorlar. Gençlerden birisi kravatlı, takım elbiseli, koltuğunun altında da kitapları var; belli ki okullu çocuk. 
Kız bir sokağa saptı. Delikanlılar peşinden. Ben gerilerdeyim. Genç kızla genç okullu çocuk köşe başında yanan elektrik direğinin altında konuşuyorlar. Hemen meraklanmayın, durun kendi aklımca aralarında neler konuşuyorlar konuşturuvereyim. 
Genç çocuk: 
- Haydi, bir pastaneye gidelim. Seni çok beğeniyorum. Neden böyle peşinden koşturuyorsun, diyor. 
Genç kız: 
- Hayır, bugün olmaz. Geç oldu, eve yetişmeliyim. Diyor. Hızla uzaklaşıyor. 
Genç çocuk, köşe başında heyecanla bekleyen arkadaşına: 
- Nasıl konuştum? Nasıl konuştum gördün değil mi? Yıllardır sevdiğim kız bu işte. Nasıl sen de beğendin mi? Güzel kız değil mi ? Diyor. 
Tabii bunları o söylemiyor. Ben kendi kafamca konuşturuyorum; daha doğrusu uyduruyorum. 
Sonra yanıma doğru yaklaşıyorlar. Bir gölge gibi gecenin karanlığında yanımdan geçiyorlar 
Bu kez konuşmalarını duyuyorum. Biraz önce kızın yanından gelen kravatlı, takım elbiseli, koltuğunun altında kitapları olan genç: 
- Kırarım kız senin bacaklarını. Dedim. 
Yanındaki arkadaşı: 
- İyi etmişsin, diyor. İyi etmişsin. 
Kravatlı: 
- Akşam saatin sekizi olmuş, bizim kız hala sokaklarda. Yok, efendim neymiş, arkadaşına gitmişmiş. Okul biteli kaç saat oldu? Dedim. Kaç saat oldu? 
Arkadaşı: 
- Biraz göz kulak ol kız kardeşine. Diyor. Bak zaman kötü. Genç bir kızın bu saatlerde sokaklarda gezmesi… İti var, kopuğu var… 
Onlar önde ben arkalarında hızlı adımlarla yürüyerek şehrin işlek caddelerine geliyoruz. Kız kardeşi olduğunu öğrendiğim genç ve arkadaşı şehrin işlek bir caddesinde bir birahaneye girerken kravatlı, arkadaşına: 
- Ben akşam eve gidince ona sorarım, diyor. Ben akşam eve gidince… 
Bilmiyorum artık birahaneden çıktıktan sonra eve gidip delikanlının kız kardeşine ne soracağını, tekrar biraz önce çıkmış olduğumu kahvehaneye giriyorum. 
Garson: 
- Çabuk geldin, diyor. 
- Öyle oldu. 
- Çay mı? 
- Çay. 
Çayım geliyor. Çayımı yudumluyorum. Ardından bir sigara yakıyorum Saate bakıyorum. Vakit bir hayli geç olmuş, ağır adımlarla evime doğru yürüyorum. Hala aklımda, karanlıktaki o genç kız; acıyorum. …