Bir arkadaş, isim koyma geleneğimiz hakkında yazmamı istedi.  Yer  isimleri ise ayrı bir konu. Eskiden evde beslenen hayvanlara ve özellikle buzağılara da isim konulurdu. Yeni doğan bebeklere neye göre ad verildiğini anlatacağım.  "Dedem Korkut, soy soyladı; boy boyladı. Doğan çocuğa ...... adını verdi" diye sürüp giden tarihi bir öykü var. Eski Türk töresinde yeni doğan çocuğa, adını babası veya anası değil; bilge yaşlılar veriyormuş. Konulacak adı seçerken, babasının hangi Türk boyundan ve soyundan geldiğini; o boyun hangi dalına mensup olduklarını araştırılıyormuş. Çocuk delikanlı olunca, avda ve savaşta gösterdiği kahramanlık ve cesarete göre de, adına eklenen unvanlar alabiliyormuş. Kötü anlama gelen adlar hiçbir şekilde konulamaz.

İslamiyet'e geçişten sonra ise; Arapça isimler yaygınlaşmış. Müslümanlıkta doğan erkek çocuklara Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in(S.A) adlarından birini verme geleneği vardır. Arap harfleriyle Muhammed yazısı, ötüre ve şedde işaretleri yoksa, Mehmed okunur. Bu yüzden bizde Mehmet adı, çokça verilir. Çocuğun ana babasından daha çok; dedeler ad koymada yetkili durumdaydılar. Çocuğun anasıyla babası, beğendikleri başka bir adı vermek isteseler bile; o adın başına, mutlaka erkek çocuklara peygamberimizin adlarından biri konur. Çoğunlukla dede kendi adını verir. Oğlumun adını Akın koydum. Babam kendi adı olan Ali Rıza demediğim için kızdı; başına Ahmet ekledi. Oysa daha önce üst üste doğup ölen dört oğluma onun adını ve dilediği isimleri vermiştik. Şimdi bile o bebeklere ağlarım. Bakamadık, bilemedik! Üç aylık olmadan gittiler. Biri doğum yaptıran ebenin göbek kestiği makastan bulaşan tetanozdan gitti. Bana da bulaşsın diye ağzını öptüm; fakat bulaşmadı. Çoğu ilçede hiç doktor yoktu. Kaymakamlık yaptığım yerlere yeni mezun bir doktor atanırsa bayram ederdik. Belediye il hududunda karşılardı onu.

Benim adım Nazif konmuş; başına Mehmet eklenmiş. Nüfus cüzdanında Mehmet yoktu. Uzun yıllar gittiğim tüm okullarda yalnızca Nazif olarak anıldım. Resmi işlemler öyle yürüdü. Diplomalarımda öyle yazar. Son çeyrek asırda ise, isim işine çok önem verildi. Nüfusta kayıtlı olan tüm adlar yazılmak zorunlu oldu. Öylece Mehmet Nazif oldum. Bu da yetmedi vatandaşlık numarası icat edildi. Hepimiz numaralandık! Her resmi ve özel işlemde nüfus kaydında yazılı olan adların tümünü ve vatandaşlık numarasını yazmak zorunlu oldu!

Peygamber'imizin Mehmet'ten başka adları da var. Ahmet ve Mustafa bunlardandır. İslam geleneğinde erkek çocuklara onun adlarından birini başa yazmak adeti ağır basar. Onun kutsal adları daha önce doğan çocuklara verildiyse; yeni doğanlara Ali, Osman, Hasan, Hüseyin vs... gibi yakınlarının adları verilir. Kız çocuklarına, eşlerinin ve kızlarının adını koymak önceliklidir. Peygamberimizin kızının adı Fatima. Ondan bahsederken "Fatimanamız" derdik. Fadime diye kızlarına isim olarak verenler de vardır. Ayşe ve Hatice de öyle! Ailenin büyüğü çocuk kucağındayken ezan okur; sonra bebeğin kulağına "Senin adın filanca" diye üç kez söyleyerek adını koyar.

Cumhuriyetle birlikte yeni moda adlar çıktı. Ayla vs.. gibi. Kızlara Leyla adı çokça verilir. O da Arapçadır. Leyl, gece demektir. Çöl sıcağında bunalan Arap, "Ya leyl!" diyerek serin geceyi çağırır. Leyla oradan gelir. Batı ülkeleriyle ilişkimiz artıp da, onlarla kız alıp vermeler başlayınca; oradaki adları da çocuklarına verenler çoğaldı. Yeni vefat eden ünlü televizyon ustasının torunu olarak, Umberto adını duyunca çok şaşırmış ve, Umberto Eco adlı ünlü yazardan dolayı koydular sanmıştım. Meğer çocuğun anası İtalyan'mış.

 LAKAPLAR VE SOYADLARI

Eskiden her sülalenin bir lakabı vardı. O lakap yaptıkları işe ve mesleğe göre takıldığı gibi; toplumda şaşkınlık yaratan bir eylem yüzünden de takılabiliyordu. Hancı Veliler(Hancıvelle...)Kahveci Bekirlee... Ağalaa(Ağalar) Müftüler(Müftülee) Eşek govalayanlaa... Hırsız Hasangiller... gibi. Çoğu aile, lakabı iyi ise onu soyadı olarak almıştır. Soyadı yasası çıkınca, herkes aile büyüğünün veya devlette görevli olan üyesinin hangi soyadını aldığını öğrenip; aynı soyadını almış. 1700' lerde cami inşa ustalığı yapan babamın dedesinin lakabı, "Hacı Guru" imiş. Ondan gelen sülaleye, kimseye fazla bulaşmayanlar veya kupkuru adamlar anlamında; Gurular denirdi. Babam Kurucu soyadını alınca, tüm hısım akraba aynı soyadını almış. Hacı Guru'nun o zaman Isparta ile birlikte Yalvaç'ın da bağlı olduğu Konya'ya göçen oğlundan gelen sülale de, akrabalarının hangi soyadını aldığını sorup öğrenerek aynı soyadını almışlar. Rahmetli Ali Ulvi Kurucu ve Mustafa Kurucu da o köktendir.

Yalvaç'ta orta okul, 1910'larda açılmış. Büyük dayım, orta okulda iken Selçuklu tarihini okuduklarında, arkadaşları ona Selçuk lakabını takmışlar. Sonra Muallim(öğretmen) olmuş. Soyadı kanunu çıkınca, Selçuk soyadını almış. Dedemin Köstük köyünde ve Yalvaç'taki kardeşleri ve bütün hısımları ile, Nenemin Yalvaçtaki ve Hüyüklü kasabasındaki tüm akrabaları da Selçuk soyadını almışlar. Yüce Tanrı, bütün vatandaşlarıma çok çocuklarla torunlar ve onlara verilecek güzel isimler nasip eylesin.