Üç beş günlük Bartın kaçamağı az gelmişti. Çoğu arkadaşı görememiştim. Halk Gazetesi’ne üç kez uğradım.

Sevgili Çınçın’la görüşemedik. Şadırvan’ın oradaki büroya da uğradım, denk gelmedi. Gazetedeki arkadaşlara geldiğimi iletmelerini istedim. Çetin Asma’yla selam söyledim. Azim Kitap evinde Esen Aliş’le birkaç kez görüştük. Gazete’nin 90 yıllık tarihini belediye basacakmış. Buna sevindim.

Cumartesi günü Kütüphane Müdürü Tülay Erduran’la ırmak kenarındaki belediyenin yöresel lezzetler merkezinde buluştuk. Tülay Erduran gelirken çiğdem, ay çekirdeği getirmişti. Bir başladık çıtçıtlamaya bırakmak nedir bilemedik. Öğleden sonraydı. Güneş yakıyordu ama gölge yerlerde sinsi ayazı duyumsamamak elde değildi. Oturmuştuk ki yarım saat sonra Sevgi Salcı ve Mine Liza geldiler. Masanın üzerindeki çekirdekleri görünce onlara el atmadan duramadılar. Tülay arkadaşımız öyle çok almış ki çekirdekleri bir türlü bitiremedik. Çaylar geliyor boşlar gidiyor, çekirdek inat ediyor bitmiyordu.

Arada söyleşiyoruz. Anılar, günümüz, şaka, gırgır derken güneş batmak üzere köşesine çekilirken Sevgi Salcı; kalkıyoruz, bir şeyler atıştıralım, dedi. Teşekkür ederim de pek aç değilim, desem de arabaya binip yola koyulduk. Çevre yine yeşile bürünmüştü. Göz alabildiğine yemyeşil bir ortamda yol almanın keyfi de başkaydı. Arabanın kaptanı Sevgi Salcı’ydı. Çok dikkatli kullanıyordu. Arada sırada; hızlıysa yavaşlayalım, diyordu. Oysa hızımız normaldi. Nereye gideceğimizi merak ediyordum. Sordum da. Sevgi Hanım; her zaman gittiğimiz yol, bilmiyor musunuz? Ben hayır deyince İnkum’a gidiyoruz dedi. Hiç gündüz vakti gitmemiştik.

İnkum’a vardığımızda güneş henüz batmamıştı. Denizin üzeri çeşitli renklere bulanmış, yaygaracı martılar akşam mesaisine başlamışlardı. Her zaman gittiğimiz MTT’ye gittik. İnkum henüz tatil için hazır değildi. Mayıs ayının ilk haftasıydı. Bazı evlerde insanların olduğunu gözlüyordum. Emekli insanın en güzel kafa dinleyebileceği yerlerdendi. Lokantadan içeri girdik. Masamızın süsü kuşkusuz salata ve balıktı. Bartın’da bunlar yetip de artıyordu. Aylardır özleyip de bulamadığım bir geceyi yaşıyorduk. Söyleşimize neşe katmadan olmuyordu. Mine Liza’yla iyi uyuşmuştuk. Kahkahalarımız çınlıyordu siyaha bürünen enginde. Sevgili Mine öğrendiği halk oyunu danslarını gösteriyor, ayrıntılarını anlatıyordu. Garson dostumuz olaya karışıp; yanlış oynuyorsun, diye takılıyordu.

Sevgi Salcı’nın yeni görevinden, Tülay Erduran’ın yeni evinden söz ediyorduk. Sevgi Salcı çalışmaya öylesine kendini veriyordu ki ne zaman yanına gitsem onu dururken görmek olası değildi. Sevgili Cemal Akın’ın özel kalemi olmuştu. Çok yerinde bir seçimdi. Çalışmayı seven, bunu yaşam biçimi haline getiren insanlar nerede olursa olsunlar, bulundukları makamı güzelleştirirlerdi. Önceki gün yanına uğradığımda telefon trafiği bile insanı yormaya yetip de artardı. Bir de sürekli gelen giden insanlar, hızı beni yormuştu koşuşturmanın. Epey zaman geçmişti içeride. Lokantanın ikramı olarak dondurma ve irmik helvası gelmişti. Hesap için gittiğimde benden önce Sevgi Hanım erken davranmıştı.  

Dışarı çıktığımızda yıldıza kesmiş bir gökyüzü bizleri karşıladı. Yıldızlar öyle çoktu ki sanırsınız gökyüzünü boyamışlardı. Esinti insanın içini açmaya yetiyordu. Rüzgar dağlardan, tepelerden topladığı kokuları bizlere armağan ediyordu. Güzel dostlarla her şey daha da güzeldi. Yenilen yemek, içinize çektiğiniz hava, yıldızlar, rüzgarın getirdiği koku, denizin dalga sesleri… Çok teşekkürler dostlar…