Eskiden ailelerin ortalama 4-5 çocuğu olur ve bunların yetişmesi için, anne evde baba dışarıda canhıraş mücadele ederlerdi.
Uzun yaz tatilinde, annelerin dilinde ‘’dur, sus, otur demekten, dilimde tüy bitti, ömrümü yediniz, okul açılsa da başımdan gitseniz’’ sözleri, hiç eksik olmazdı.
Çocuk kavgaları hiç bitmezdi. Dün efelik yaparak arkadaşını döven, yarın dövülür tozlu elleriyle gözlerini ovuşturarak bir köşede ağlardı. Anneler ‘’çocuk bunlar’’ diyerek olayı geçiştirirler, hadi kucaklaşın da barışın diye birbirlerine doğru iterlerdi.
Sokaktaki tüm evler çocuklar için kendi evlerinden farksızdı.
Kadınlar anne, erkekler amca, yaşlılar nine ve dede hükmündeydi.
Komşular senin benim diye ayırımcılık yapmaz, herkes herkesin çocuğuna bakıcılık yapardı.
Kimin ocağında ne piştiğinin hiçbir önemi olmaz, acıkan yemek bulduğu evde aşevi misali karnını doyurur tekrar sokağa koşardı.
Kişilerde saygı, sevgi, güven ve merhamet çok üst seviyedeydi.
Bırakın aynı sokakta birbirlerini tanıyanları çarşı pazarda dahi edebe mugayir giyineni, davrananı tanısın tanımasın kendinden büyükler hemen uyarırdı. Uyarı yapılanlara ‘’sen kimsin, bana nasıl karışırsın’’ gibi cevaplar vermek yerine, başını öne eğer ve o mahcubiyetle bir daha aynı uyarılarla karşılaşmamak için, kendine çeki düzen verirdi.
O dönemde bugünkü gibi her cadde ve sokakta hatta apartmanda işyerinde olan kamera sistemleri gibi, büyüklerin oto kontrol sistemi vardı. Sokaktan iki kez geçen üçüncüsünde etrafı çevrilir, kimi arıyorsun gibi sözlerle sorguya tabii tutulurdu.
Pazardaki kadın eğildiğinde en fazla atleti görünür, kısa kollu giymenin bile belli bir ölçüsü vardı.
Sabahtan akşama cadde sokakta avare gezene pek rastlanmaz, ellerinde sigara zaten hiç olmazdı.
Her kıyafetin ve davranışın, adı konmamış bir sınırı vardı.
Şimdiki gibi servisle gitmek ne mümkün, finnarın dibindeki okula yürüyerek gidilirdi.
Sınıf mevcutları 50-60 kişiden fazla olunca, üç bazen dört kişi aynı sıraya otururdu.
Öğrenciler okul bahçesinden içeri girerken saçlara ve tırnaklara bakılır, önlük yakalık ve mendil temiz mi diye kontrol edilirdi.
Okulun malına elde olmayan sebeplerden zarar verildiğinde, öğrenci velisi çağrılıp bedeli ödetilirdi. Bunun yanında tebeşir parası toplanır, köy okullarında soba yakmak için öğrencilerden yakacak istenirdi!
Okul sıralarını karalamak veya kız erkek isimlerini kalp çizerek yazma modası vardı. Bunları yapanlar bulunduğunda sıra temizlettirilir, ardından da kulak çekme cezası uygulanırdı.
Kantinden simit ve ayran alan öğrenci sayısı pek fazla değildi. Alanlar da hem yere ufak dökülmesin hem de yemeyenlere ayıp olmasın diye, bir kenara çekilir ve öyle yerdi.
Evde anne babanın öğrettikleri, okullarda eğitimle birleşerek edebe dönüşür, yanlış yapanın suratı mutlaka kırmızılaşırdı.
Haylazlık yapan sonucuna katlanır, öğretmenin vurduğu yerde gül biter sözünü deyim olarak kullanırdı.
Büyüklere saygı duymak asalet göstergesiydi.
Yolun karşısına geçecek olan arabanın gelip gelmediğine ettiği dikkat kadar, herhangi bir büyüğün geçip geçmediğine özen gösterir, kesinlikle küçükler büyüklerin önünden geçmez hatta yürümemeye dikkat ederdi.
Bugünlerde 40 yaşın üstündekiler eğitimin evde verildiği dönemde yaşamanın farkını, ayrıcalık olarak görür oldular.
Evet günümüzle geçmiş arasındaki fark maalesef o kadar açıldı ki, kapanacağının ya da geçmişten daha iyi olacağına artık kimse inanmıyor.
Gelenek ve göreneklerimizden uzaklaşıp inanç zayıfladıkça, bazı toplumlara özenti duyuldukça, ülkemiz ahlaki açıdan daha yaşanmaz bir hal alıyor…