Vefat haberini, İzmir’de Televizyondan aldım. Ege Tıp Fakültesinde Profesör kızımın evindeydik. Cenazeye yetişme olanağı yoktu. Oğluna biri Meclis, diğeri Karaağaca olmak üzere iki başsağlığı telgrafı gönderdim.

Sadettin Ağabeyle, karşıt partilerde milletvekili olmamıza rağmen, eskiden de sıkça buluşurduk. Birçok kez değişik bakanlıklar da yaptı. Küçük Esat’taki evlerinin iki dairesini birleştirip büro haline getirdi. Emekliliğinde her gün birçok ziyaretçisi olurdu. Tüm gelenlere öğleyin kahvaltı çıkarılırdı. Karaağaçtan getirdiği bir hemşerisi, o işleri çekip çeviriyordu.   

Babam Ş.Karaağaç’ta memurken, Annemin amcasından, oğulları İcra Memuru Reşat ve Selami’ye kalan Hocalar Mahallesindeki evde oturduk. Müftü Sadık Efendi’nin evi, bize yakındı. Sadettin Bilgiç ve iki ağabeyi Lisede ve yüksek tahsildeydiler. Küçük kardeşleri Rahmetli Süreyya, ben ilkokul birde iken son sınıfa gidiyordu. . Annemin babaannesi Müftü Sadık efendinin halasıymış. Yalvaç’ta oturan ve imamlık yapan dedem(Annemin babası), Ş.Karaağaca seyrek gelirdi. Hısımları ona, Şıh Hoca derlerdi. Dedemin gelişlerinin birinde sülale’nin hepsi, Asım Efendi’nin bahçesine davetli gidip kıt yemeği yediğimizi hatırlıyorum.

Karaağaç’ta en çeşitli yemekler, kuşluk vakti yapılan sabah kahvaltılarında yenirdi.  Her hısım aile birbirini o sabah kahvaltılarına çağırırdı. Babam dairesine yetişmek için katılamazdı; anam biz üç kardeşi de alarak giderdi. Dedem gelmişse onunla birlikte giderdik. Çökelek(onlar NOR derlerdi), peynirin daha birkaç çeşidi, sahanda ve ayrıca katı yumurta, reçel, kavrulmuş kıyma, haşlanmış et ve tavuk butları, bugün hatırlamadığım daha onlarca yiyecekle, süt ve çay bulunurdu kahvaltıda.

O zamanlar, Yalvaç’ta da en kuvvetli öğün, sabahları yenen keşkek’ti. Yaz ise kemikli yaş et, kışın Yalvaç pastırması(Tuzlanıp güneşte kurutulmuş kemikli et), keşkeklik dediğimiz bir çeşit yarma ile birlikte, çömlekler içinde akşamdan mahalle fırınına verilir. Hanımların Yalvaç ekmeği yapmak için, omuzlarında taşıdıkları hamur teknesiyle birlikte bir ellerindeki çuvalla getirdikleri yakacakların koru ve külü; sabaha kadar ağzı hamurlu keşkek çömleklerini güzelce pişirirdi. Sabah erkenden anaların getirdiği keşkek, ekmek ve soğanla yenir; akşama kadar acıkılmazdı.

Karaağaçlılar Yalvaç’lılara keşkekçi  derlerdi. Biz de onlara çökelekçi derdik. Uydurma bir mesel vardı: *Güya Karaağaçlı bir gelin, damda bulgur sererken; yoldan çöekelek satan bir köylünün geçtiğini görmüş; Nor! diye bağırarak damdan yola atlamış.  “Nor demiş de, dur diyememiş!” diye alay edilirdi hayali gelin ile.

 Bunun karşılığında onlar da bir öykü anlatırdı: *Yalvaçlı birisi, eşeğiyle giderken yolu kıyısında hayvan ölüsü görmüş; “Kemikli keşkeklik etim!” diyerek; o leşi, keşkek yapmak için evine götürmüş.

                                               ***

Biri profesör olan Bilgiç kardeşlerin hepsi babaları gibi çok milliyetçiydiler. Rahmetli Sait Bilgiç Ağabeyin Milliyetçiler Derneği günlerini anlatsam, bu yazıya değil; kitaplara bile sığmaz.

Kaymakamlık stajımda Vali Mehmet Varinli, korkunç bir sel felaketi geçiren Gelendost Kaymakam vekilliğine beni atadı. O günlerde Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Isparta’ya gelecekmiş. Vali bey, Ş. Karaağaçta Hükümet tabibi, olan ve  kaymakamlığı da vekaleten yürüten, Sadettin Bilgiç’e, “Gelirken Gelendost kaymakamını da arabaya al!” demiş. Sadettin Ağabey, hükümet tabibliği’nin Jipine, CHP ilçe başkanı da almış. Bana uğradılar; birlikte Isparta Tren İstasyonu’na yetiştik. Vardığımızda Cumhurbaşkanı Trenden iniyordu. Biz de karşılayıcı heyete, vali beyin yanında katıldık.

Zamanlar geçti, bugün ne o keşkekle ve mükellef karaağaç kuşluk kahvaltısıyla doyulup, akşama kadar çalışmalar kaldı! Ne de televizyonsuz ve radyosuz olmasına rağmen, bugünkünden çok daha mutlu ve şükürle yaşanan günler kaldı… Heyhat!

Sadettin ağabey, öğlenleri geniş bürosunda gelen herkesi doyururdu. O da gitti; yaşamımızın çok çalışkan bir rengi kayboldu. Rahmetli son günlere kadar okuyor ve yazıyordu. Parlamento dergisinde incelemelere dayanan birçok uzun yazıları yayınlanırdı.

Yazları, Ş.Karaağaçtaki bahçesinde ve evinde geçirirdi. Ağaç dikmeyi de çok seviyordu. İki yıl önce Yalvaç’taydım. Arabaya sığdığı kadar arkadaşları da doldurarak, Ş.Karraağaca gittim. Eskiye göre daha erken ayrılarak, İstanbul’a gitmiş. Artık yorgundu ama, okuyup yazmayı hiç bırakmadı.  Bir keresinde, “Ağabey biraz zayıfla!” demiştim. “Halazade, doksanı geçtim! Ne zayıflaması?” diye yanıt vermişti rahmetli. Allah rahmet eylesin! Onun çalışkanlığını, bahçelere ve ağaçlara düşkünlüğünü hepimize nasip eylesin!

[email protected]   www.nazifkurucu.com.tr