Ramazan ayının üçte ikilik bölümü geride kaldı. Ramazan ayının belki bilinci, hevesi ve bereketi ile çocuklar anne-babaları ile teravih namazlarına koştular, koşuyorlar. Hatta anne babadan teravih namazına gitmeyen aile çocukları da camilerdeki yerlerini aldılar, alıyorlar.
Özellikle teravih namazlarına heves eden ve camilere koşan o cıvıl cıvıl çocukların camilerde koşuşmalarına, gülüşmelerine, değişik sesler çıkarmalarına bayılıyorum. Yüreğim kıpır kıpır ediyor o gülme seslerini duyunca ve sonra Allah’a şükrediyorum camiye gelen çocuklarımız var, diye.
Kimileri bu durumu yadırgadığını, hatta kızdığını da biliyorum. Ama bilinmelidir ki; ne zaman ki camide gülen, ses çıkaran ya da koşuşturan çocuk kalmamışsa işte felaketin de başlangıcı o zaman demektir. Camilerde çocuk sesi olmalı, camiler “çocuk dostu camiler” olmalı sevgili dostlar. Yoksa geleceğimiz tehlikede demektir.
Bugün üzülerek görüyor ve özellikle gözlemliyorum ki; cami cemaatimiz çocuklar konusunda pek hassas. Çocukların camide kalmalarına değil, çıkarılmalarına… Bu konuda bilinçli olan bazı din görevlileri her ne kadar camilerde çocuk sesi duyulması gerektiğini defalarca dile getirse de, hatta çocukların camilerin camlarını, pencerelerini kırsalar dahi onların camilerden kovulmaması gerektiğini duyursa da, cemaat yine bildiğini okuyor, yönelttikleri o öfkeli bakışları ile çocukları camilerden çıkmaya zorluyor.
Siz hiçbir Hıristiyan çocuğun kiliseden güldüğü için çıkarıldığını duydunuz mu? Ben açıkçası, hiçbir kiliseden çocuğun kovularak çıkarıldığını, kızgın ve aşağılayıcı bakışlarla onların taciz edildiğini duymadım. Ne kiliseden, ne havradan, ne başka bir ibadethaneden kovulmaz kardeşim. Çocuk kovulmaz; aksine getirilir, teşvik edilir. Çocukları güldü diye camide azarlamak da, hatta camiden çıkarmak da bize has bir hastalık galiba. Nereden girmiş içimize bu hastalık anlayamıyorum, çocuktan böylesine rahatsız olan bir toplum daha var mı onu da gerçekten bilemiyorum.
Camilere çocuklar gelmedikten sonra, Kur’an öğrenmeye dair fonetik altyapı nasıl oluşacak? Namaz, niyaz, dua, oruç nasıl sevdirilecek. Topluca ibadet, cemaat, toplum gibi kavramlar nasıl yerleşecek? O küçücük dimağlara cami cemaati; yaşlı, eli bastonlu, fal taşı gibi açılmış kızgın bakışlı gözleri olan ve çocukları korkutan birileri olarak yerleşmeyecek mi?
Ramazan’ın ilk günlerine bir bakın, camiler çocuklarla doluydu. Cıvıldaşıyor, kikirdeşiyor, konuşuyorlardı. Cami çıkışında avluda yakalamaca oynuyorlardı. Peki, şu anki manzara ne? Her camide üç beş çocuk. Onlarda teravih namazına anne-babası ile gelenler.
Sessizlik, hem de derin bir sessizlik içinde cemaat namazını keyifle kılıyor; huşu içinde (!)…
Ne kadar üzücü bir manzara…
Çocuk, öğrenmenin en aktif olduğu dönemlerde, Kur’an için “kulak aşinalığı” kazanmadıktan sonra, namaz kılan büyükleri tarafından “Buyurun efendim, camiye hoş geldiniz…” diye karşılanmadıktan sonra, camide gülünmez, konuşulmaz gerekçeleriyle kovulduktan sonra gelecek nesillerin din ile cami ile ve de cemaat ile dost olmasını beklemek çok iyimser bir beklenti olur. Tekrar diyorum; he ne zaman ki, camilerde çocuk sesleri, gülmeleri ya da kikirdeşmeleri bittiyse, işte biz de o zaman bittik demektir.
Son bir hatırlatma: Hz. Peygamberimizin bazen yatsı namazını kılarken yanında getirdiği Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in onun sırtına bindiklerini, Efendimiz ayağa kalkarken onları yavaşça yere bıraktığını, yine secdeye vardığında tekrar sırtına bindiklerini, namaz boyunca da bunun böyle devam ettiğini hatırlayalım, unutmayalım.