Yürümek istedim. Kalabalıkların içerisinde yalnız. Tek başınaydım. Yalnızlığı seviyordum. Hem kendime dosttum hem düşman. Tam da Adliye Parkı’nın önünden geçeceğim. Parkın önünde kocaman bir reklam panosu. Önünde simitçi. “Müdürüm simit, taptaze. Yeni getirdim” diyor. Simit alıyorum.

Çıtır çıtır ağzımda. Bir tatil sabahı. Aylardan eylül. Yoldan otomobiller geçiyor. Trafik polisleri geldi parkın önündeler. Bir motor sesi geliyor. Pat! Pat! Pat! Trafik polisi motorluyu durdurdu. Ne de güzel yaptı. Motosikletin egzozunu açtırmış. Sanırım motorunu bağlayacak, ceza yazacak. Sabahtan Pat! Pat! Egzozunu açtırmasa bu kadar patırtı çıkarmaz. Biraz ileride pastaneler sırasında belediyenin çöp arabası durmuş, çöpler toplanıyor. Bir kedi çöp arabasına doğru geliyor, ardından üç yavrusu annelerinin peşinden gözüktü. Bir kuaför dükkanını açtı. Sonra dükkanının önüne havlularını astığı havluluğu koydu. Birkaç havlu serdi üzerine. Geçerken görüyorum. Kuaför aynada biraz yüzüne saçlarını elleriyle düzeltti; olmadı tarağı eline aldı, saçlarını sağdan sola güzelce ayırdı. Elleriyle tekrar düzeltti, bir de spry sıktı. Saçlar tamam. Dükkânın önüne çıktı, çevresine şöyle bir göz attı. Sonra beni geçerken gördü ki “Günaydın müdürüm!” dedi “Günaydın!” diyerek yürüdüm, Gökyüzü maviliği bugün oldukça güzel. Bir okul otobüsü son hızla geçti yoldan. Durakta bir minibüs durdu. Bekleyen birkaç kişi hızla bindi. İki pastane kapılarını açtı. Hayat buydu işte! Sabahın ilk saatleri.

Kaç kez yürüdüm bu yoldan. Kaç kez yürüdünüz? Kendimizin dışında hayattayız. Anı yaşamaktayız. Şu andı hayat. Eski vergi dairesi heybetiyle duruyor. Yıkıldım der gibi, yıkılacağım der gibi vergi dairesi boştu fakat altındaki dükkanlar faaliyette. Küçücük bir çay ocağında çay ocağını işleten gençten bir arkadaş gözleri uykulu. Bir çay getirdi. Biraz önce aldığım çıtır çıtır simitle çayımı içmeye başladım. Lokanta açıktı, gelip gidenler, telefoncular açıldı, birer birer. Biraz ileride ekmek fırının ekmek kokuları mis gibi çay ocağına kadar geldi. Hamamın arkasındaki ağaçlardan kuş sesleri oturduğum çay ocağından duyuluyordu. Biraz ileride yeni yeni kendisini gösteren Güneş’e karşı bir köpek uyuyordu. Sonra bir taksi geldi, bagajından çıkarttığı salatalık çuvalını, domatesleri, elmaları, armutları arabanın arkasına açtığı brandanın üzerine koydu. İleride tostçu gelen iki müşterisine tost hazırlıyordu. Oturduğu vergi dairesinin altında çevreyi gözlüyordum. Bu arada tanıdığım bir avukat selam vererek geçti. Gözlerim sadece etrafta olup bitende ve hayattaydı. Hayatımız belki de yaşadıklarımız, gördüklerimiz ve gözlerimizdi. Gözlerimde hayatı ve mutluluğu görüyordum. Sabahın güzelliği vardı gözlerimde, Hayat bulvardaydı.

Yavaş yavaş iş yerine gidecekler yollara düşmüş. Öğrenci otobüsleri vızır vızır. Her on dakikada bir gelen dolmuşlar. Bankalar saat dokuza doğru açılıyor. Sabahın erken saatinde iki banka çalışanı Adliye Parkı’nın önünde ATM’ye para koymaya çalışıyor. Elektrikli bisikletli iki çocuk ile ardından iki kız kıkırdayarak geçti. Güneş kendisini göstermeye başladı artık. Ben bir çay daha söyledim kendime. Kuş sesleri çoğaldı. Köpek de biraz önce yattığı yerden kalktı gitti. Çay ocakçı benim yanıma tabureleri ile küçücük masaları çıkarttı. İki öğrenci ellerinde çantalarını sallaya sallaya yanımdan geçtiler. Memur oldukları her halinde belli iki kişi yeni çıkartılan taburelere oturdular. İki çay istediler. Kalktım yerimden. İki çay ederi yirmi lirayı verdim. Çay çay ocaklarında ucuzdu ve her daim taze çay bulmak mümkündü ve ben bu yüzden çay ocaklarımızı seviyordum. Yürümek istiyordum. Bulvarda hayat başlamıştı.

Yürüdüm Bulvarda. Birkaç çay ocağının önünden geçtim. Tanıyanlar sağ olsun, davet ettiler. Selamlayarak geçtim. Sabahtan piyangocunun önünde birkaç kişi bilet alıyor, iki kişi oynadıkları loto kuponunu yatırmaya çalışıyordu. Hararetli bir maç sonucu tartışmasına tutuşmuşlardı. Lotocunun yanında balıkçı. Balık kızartılıyordu. Önünden geçerken nefis balık kokuları geliyordu.

Petrole bir araba girdi, ardından bir araç daha. Birisi benzin aldı, diğeri arabasını yıkamaya koyuldu. Petrolün arkasında başka bir kahveye girdim. Kahvede benden başka birkaç kişi daha vardı. Ben cam kenarında bir köşeye oturdum. Bir çay da burada içtim. Sonra çıktım Bulvar yolculuğuna. Kendi halinde yürüdüm. Amaçsız bir yürüyüştü bu.

Yürüdüm, yürüdüm. Gökyüzü masmaviydi; Bulvar ise olabildiğince güzel.