Kasabadan on kilometre kadar uzakta büyük bir eğlence tesisi. Bir tarafı büyükçe bir lokanta, bir tarafı dans salonu. Gelen giden belli değil. Kasabadan uzakta güzel bir yemek yiyeyim, dans salonunda birazcık kurtlarımı dökeyim diyenleri görürsünüz.

Soğuk bir Ocak ayı. Kış gecesi. Eğlence salonuna giriyoruz. O da ne! Uzunca boylu, kırk beş yaşlarında, saçlarının önü hava alanı olmaya az kalmış, buna karşın arkası Rapunzel saçı gibi uzatılıp lastik kurdele ile bağlanmış, her iki kulağı da küpeli, sakalsız, temizce traşlı, gençliğinde spor da yaptığı hissedilen, kaslı kuvvetli, her haliyle çapkın olduğu belli olan azgın bir teke içki içiyor, karşısında da otuz beş yaşlarında güzel bir kız azgın tekeyi dinliyor.

Kız otuz beş yaşlarında, saçları boyalı, dudakları kıpkızıl. Etek ne siz sorun ne ben şöyleyim, kısadan kısa. Belli. Kızda ateş otuz dokuz. Hava soğukmuş, kime!? Soğuk sana bana! Üşütüp hasta olmak bize! Kızın bence yaşı otuz beş görünüyor ama daha mı az, daha mı küçük bilemedim.

Azgın tekenin arayıp da bulamadığı, hemen söze başlıyor; “Size ne ısmarlayabilirim?” Kız; “Ben” diyor, “Bir şey almayayım. Sarhoş olurum. Şimdiye dek hiç alkol almadım ki.”

“Ah” diyor, “Pırlanta! Benim de içtiğime bakmayın. Güzelliğiniz beni içkiden çok sarhoş ediyor.” Kız; “Ben güzel miyim ki?”

“Güzel ne demek, güzeller güzeli!” Kız, gülerek; “Gerçek mi?” Azgın teke; “Gerçekten de gerçek, hakikatten de hakikat!” Kız gülerek; “Ben alkol almam” diyor. Azgın teke; “Ah” diyor, “Ah elmas!”

Bu arada güzel bir dans havası başlıyor. “Bu dansı bana lütfeder misiniz?” Kız dünden razı; “Neden olmasın?”

Birlikte dansa kalkıyorlar. Dans pistinde beş kadar çift dansta. Müziğin ritmine kendilerini kaptırmışlar. Bir anda gözler azgın teke ve güzel kızın üstüne çevriliyor. Dans müziği birden hızlanıyor. Azgın teke de kız da dansta hızlanıyorlar ki görülmeye değer. Müzik bitiyor. Azgın teke; “Danstan çok güzelliğiniz” diyor, “Başımı döndürdü.” Kız; “Başınızı döndürecek kadar mı?”

“Hem de Lunaparklardaki dönme dolap gibi.”

“Gerçek mi?”

“Yoksa bana inanmıyor musunuz?”

“İnanmasam sizinle dans eder miydim?”

“Etmezsiniz tabi.”

Kız fıkırdayarak; “Benim neremi beğendiniz de hemen yanıma geldiniz? Sizi nasıl etkiledim?”

“Sizi beğenmemek ne demek? Sizi beğenmeyen taş olur.”

Kız tekrar gülerek; “Ben o kadar güzel miyim ki?”

“Güzel ne demek? Güzeller güzeli, dünya güzeli.”

Azgın tekenin sözleri güzel kızın hoşuna gidiyordu, azgın teke de bunun farkındaydı; “Siz çok güzelsiniz. Hatta güzel ne kelime, dünyanın sekizinci harikası.” Kız oturduğu sandalyede saatine bakarak; “İltifatlarınız için teşekkür ederim. Yalnız geç oldu, kalkmalıyım.” Azgın teke; “Bir şey içmediniz, size bir yemek ısmarlamadan da bırakmam.”

Birlikte dans salonundan lokanta kısmına girdiler. Yola bakan bir masaya oturdular. Kız; “Yemek teklifiniz için teşekkür ederim, fakat aç değilim. Teşekkür ederim.” Azgın teke garsonu çağırarak; “Bakar mısın, hanım ne arzu ediyor.”

Garson; “Balık var, ızgara çeşitlerimiz, etli ekmeğimiz var.” Azgın teke; “İçecek?” Garson; “Kırmızı şarap.”

Kız biraz isteksizce davrandıktan sonra yemekler ısmarlandı. Neden sonra yemekten kalktılar. Kız; “Ben artık gideyim. Bir taksi çağırayım.” Azgın teke; “Ben sizi hiç taksilerle gönderir miyim? Benim aracım ne güne duruyor?” Kız; “Size zahmet olmasın?” “Neden olsun?  Sizin gibi bir hanımefendiyi…”

“Şimdi siz de eve bırakırsanız, gören olmaz mı?”

“Olmaz, olmaz.” dedi. Azgın teke lokantadan çıkarken garsona bol miktarda bahşiş verdi, el ele tutuşarak lokantadan ayrıldılar.