Bütün gece Zeynepin başında bekledim. Ağlamaktan yorgun düşüp uyuyakaldı. İlk gönül macerası hüsranla sonuçlandığı için aşka tövbe etti. Belki ilerinde bir gün başka biri çıkar karşısına. Zeynep kırılgan bir kişiliğe sahipti. Bu durumda atlatması biraz zaman alacaktı. Onu yatağında bırakıp kendime bir kahve yaptım. Bahçeye çıktım. Temiz havayı içime çekip kahvemi yudumladım. Elime bir kitap alıp okumaya başladım. Osmanlının yıkılışıyla bir ailenin dağılmasının hikâyesini anlatıyordu. Kitabın karakterinin, Jön Türklere karşı gelmesini, Osmanlı ordusunda subay olarak vatanını korumaya çalışmasını ama Osmanlının da artık halkı koruyamadığını görüp Talat Paşa, Enver Paşa ve Cemal Paşanın kurduğu İtikat ve Terraki fıkrasına katıldığı ve süre zarfında yaşadıklarını, kaybettiği ailesini anlatıyordu.

 Öğlen olduğunda midem artık açlığa isyan ediyordu. Bir çorba yapıp Zeynepi uyandırdım. Birlikte masaya oturduğumuzda Ayşegül de çıkageldi.

“Canım, ne oldu hani yarın gelecektin sen?

“Ayrıldık.”

 Bir çırpıda söyledi. Sanki böylesi daha az acı verecekti. Yüzünde acıdan çok sinir olmuş bir ifade vardı. Elleri titriyor, valizini çekiştirerek içeriye sokmaya çalışıyordu. Sonunda başardı, kapıyı hızla kapattı. Üzerindekileri de bir çırpıda çıkarıp portmantoya attı. Salona geçerken bende bir tabak daha alıp yanlarına geçtim. Zeynep kendi derdini unutmuş Ayşegülle ilgileniyordu. Bir tabak çorba koydum önüne, kaşığı alıp içinde çevirmeye başladı.

“Neden ayrıldınız?”

“Kavga etik. Beni şımarık buluyormuş beyefendi. Neymiş her şeyine karışıyormuşum.”

“Ne söyledin adamı da delirttin.”

Zeynep hemen uyarıcı tonuyla;

“Elaa!” dedi.

 Biraz sert olduğunu anladım ama benim de mizacım böyleydi. Sanırım mesleki bir alışkanlık. Resmen kızı sorguya çekmiştim.

“Ben bir şey yapmadım. Karşı masamızda oturan sarışın Rus kadını süzüp duruyordu. Çok sevdiysen onu da yanımıza alalım dedim. Tartışmaya başladık. Bende topladım eşyalarımı geldim.”

“İyi yapmışsın boş ver. Masasında senin gibi bir kadın otururken, O gidip elin rusunu süzüyorsa seni hak etmiyordur. Üzme kendini arkadaşım.”

Ellimi sol omzuma vurarak;

“Sana da yer var gel” dedim.

 Ayşegül kalkıp yanıma geldi. Zeynepte geldi, ikisi ağlarken bende aşksız hayatıma şükrettim. Ben de ağlasaydım bizi kim susturabilirdi ki? Bir saat kadar öylece kaldık. Onlar ağladı bende saçlarını okşayarak şu teatral yalanı tekrarlayıp durdu.

“Geçecek, geçecek, geçecek…”

 Onlar sakinleşip odalarına duş almaya gidince, bende odama çıktım. Gece uyumadığım için biraz dinlenmek istedim. Yatağa uzandım…

“Ela kalk haydi akşam oldu.”

“Zeynep, ne oldu?”

“Canım benim gece uyumadın değil mi? Kalk haydi akşam oldu yemeğini ye, ondan sonra tekrar yatarsın.”

“Tamam canım. Uyuyakalmışım. Siz nasıl oldunuz?”

“İyiyiz, sen uyuyunca mısır patlatıp Al Yazmalımı izledik.”

“Tüh ya beni niye uyandırmadınız?”

“Yorgundun canım.”

 Kalkıp yüzümü yıkayıp, salona indim. Tabi ki yemek pizzaydı. Bizimkiler depresyonda ya, artık bol kalori almaları lazım. Hemen arşivden Tarık Akan ve Gülşen Bubikoğluun oynadığı “Ah nerede” filmini koydum. En azından bunda ağlayamazlardı. Pijama, terlik, pizza, Türk filmi ne güzel de gitti. Arada bizimkilere göz ucuyla baktım. Hayatlarından memnun görünüyorlardı. (En azından şimdilik)

 Avukatlık güzel gidiyordu. Hiç boş kalamıyor sürekli duruşmalara girip çıkıyordum. Dava ayrımı yapmıyor önüme gelen dosya eğer biraz ümit taşıyorsa alıyordum. En iyi gelirim de sosyetik hatunlardı. Çok güzel para biriktirdim. Bir araba aldım, bankaya iki ev parası yatırdım. Borsadaki param halen yükseliyordu. Arada anneme kardeşlerime para gönderiyordum. Tabi Zeynepin kardeşini de seçmiyordum. Zamanla Ayşegül ve Zeynep aşk acılarını yenip hayata karışmaya başladılar. Yeni yıla yeni aşk dileyerek girdiler. Beni de aralarına kattılar. Aylar geçtikçe daha da toparlandılar. Hatta Ayşegül bu zaman içerisinde birkaç kişi bulmuş ama uzun sürmediği için bizimle tanıştırma gereği bile duymamıştı. Ayrılık sebepleri ise çok komikti. Birisi yemek yerken ağzını şapırdatmış, diğeri iskarpinlerin içerisine beyaz çorap giymiş, diğeri çok iyiymiş, hatta o kadar iyimiş ki Ayşegül ne istese hepsine evet dediği için sıkılmış. Bu kadarı da olmazmış.

   Mayıs ayı tüm güzelliğini ayaklarımıza sermişti. Bütün gün evde yattım, sonraki gün nasıl olsa koşturacaktım. Ayşegül sinema bileti aldığını söyleyince akşam hep birlikte hazırlandık çıktık. Filmin adı Dünyalar Savaşıydı. Tam da Ayşegüllük filmdi. Mutasyona uğramış bir sürü zombi insanlara saldırıyordu. Brad Pit ailesini korumak için Birleşmiş milletlerle anlaşma yapıp onları gemiye yerleştiriyor, zombileri yok etmenin yollarını aramaya çıkıyordu. Ben severdim ama Zeynep, zombileri gördükçe Ayşegüle küfrediyordu.

 Ertesi gün akşamüzeri kafede Zeynepi beklerken kadının biri çığlık çığlığa kafeye sığındı. Arkasından adamın kovaladığını görünce, durumu kavramak zor olmadı. Kadını kolundan çekerek arkama aldım. Zavallı korkudan tir tir titriyordu. Yüzü yediği tokatlardan kıpkırmızı olmuş, adamın eli olduğu gibi yanağındaydı sanki. Adam burnundan soluyarak arada sağ gözünü kırpıyor, avını kıstırmış aslan gibi dişlerini biliyordu.

“Çekil aradan.”

“Çekilmiyorum. Ne istiyorsun kadından?”

 Benim bu davranışım aslanı daha da kızdırmışa benziyordu. Şakaklarındaki damarlar atıyor dişlerini daha da sıkıyordu.

“Çekil aradan elimden bir kaza çıkacak.”

“Çekilmiyorum. Haydi ne yapacaksan yap. Burası Türkiye Cumhuriyeti, adalet diye bir şey var. Bu kadınında hakları var. Varsa bir şikâyetin açarsın davanı, hakkını mahkemede ararsın. Bu kadını dövdürmem sana. Adalet kadına kaldırdığın o elini kırar.”

“Karı beni karı, sanane. Döverim de severimde.”

“Terbiyeni bozma, haddini bil.”

“Lan delirtme çekil önümden. Senide döverim karıyı da. Gelsin de alsın senin adaletin elimden.”

 Elini kaldırdı, tam vuracakken garsonlar adamı tutup yaka paça dışarıya attı. Polisi aradılar. Adam polisleri duyunca kaçmaya başladı. Kadına döndüm. Onca hengâme karşısında arkamda sessizce bekleyip sükûnetini korudu. Ama ben ona dönünce ağlamayı koyuverdi.

“Sakin ol, gel otur şöyle.”

 Kadının yüzünde daha önceden kalma morluklar vardı. Aslında iri kıyım bir kadın, istese kocasını tek hamlede yere sererdi. Buğday tenli, kumral, yeşil gözlü, kırk yaşlarında görünen kadıncağızın gözleri morarmış, yüzü ise dayaktan kıpkırmızı olmuş. Eşarbının izin verdiği kadarıyla boynunda ısırık izlerini gördüm. Zavallı, ne zamandan beri bu adama katlanıyordu acaba? Yemeğini yapıyor, temizliğini yapıyor, belki dışarıda çalışıp parasını ona veriyor, yatağına giriyor keyfini yapıyor, bunların karşılığında dayak yiyordu.

“Al biraz su iç.”

Suyunu içerken ağzını fazla açamıyordu. Dudağının kenarı yara olmuş.

“Kocan galiba?”

“Evet.”

“Ne istiyor senden? Neden dövdü bu kadar seni?”

“Bir sebep olmasına gerek yok ki. Canı sıkıldı mı benden çıkarır hırsını.”

“Olur mu böyle şey ya, burası hukuk devleti böyle davranamaz sana. Devlet ona öyle bir hak vermiyor. Şikâyetçi olmadın mı?”

“Olmaz oluruyum? Gönüllü dayak yemeyi kim ister? Ama karakoldaki komiser barıştırıp eve gönderiyor. Bir daha olursa diyor, eve girer girmez daha kötüsü oluyor.”

“Akıllarınca babacan davranıp yuvanın bozulmaması için ellerinden geleni yapıyorlar. Acaba aile içindeki şiddete destek verdiklerinin farkındalar mı?”

“Öyle.”

Garsona iki kahve söyledim. Sonra kadına dönüp bundan sonra ne yapacağını sordum.

“Eve gidersem öldürür bu sefer beni. Kaçtığım için sinirlendi bu kadar. Sende öyle karşı çıkınca iyice sinirlenmiştir şimdi…”

 Kendimi bir an sorumlu hissettim. Galiba kadın haklıydı. Adamı iyice sinirlendirmiştim. Ama pişman değildim, kadının hali karşımda nasıl böyle bir şeye göz yumabilirdim?

“İsmin ne abla senin?”

“Atiye.”

“Benimki de Ela. Bu kartım, avukatım. Eğer bir şeye ihtiyacın olursa ara beni.”

 Kadını sevmiştim. Yüzündeki morlukları saymasak temiz yüzlü biriydi. Hayatın ötekiler diye sınıflandırdığı, varoşlardan, ezilenlerdendi.

“Kızım bir şey soracağım sana?”

“Buyur abla sor.”

“Boşanma davası açsam, ne kadar para gerekli?”

İşte beklediğim soru geldi.

“Abla ben seni sevdim. Eğer kararlıysan bana vekâlet vermen yeterli. Para pul istemem. Bir de iş buluruz sana, kendi kendini idare edersin.”

“Olur mu kızım öyle parasız. Sen bana söyle ben sana öderim iş bulunca, olmaz mı?”

“Hallederiz önce hastaneye gidip darp raporu alalım, sonrada gidip şikâyetçi olalım. Yarın da vekâlet işini halledelim.”

“Seni Allah gönderdi kızım. Allah senden razı olsun.”

“Sağ ol abla.”

 Telefon edip Zeynepe işimin çıktığını söyledim. Atiye Ablayla hastane, karakol derken akşam saat 09.00 olmuştu. Polisler Atiye ablanın kocasını meyhanede yakalayıp yaka paça içeriye attılar. Gönül rahatlığıyla Atiye ablayı evine bıraktım. Eve girdiğimde saat 11.00 olmuş, yorgunluktan ölüyordum. Sessizce merdivenlerden çıkarken Ayşegüle yakalandım.

“Hoş geldin Ela. Gelsene salondayız.”

“Hoş bulduk canım. Çok yorgunum yatacağım hemen.”

“Seninle bir şey konuşacağız.”

“Acil mi?”

“Yani…”

“Tamam, duş alıp üzerimi değiştirip geliyorum.”

“Tamam, canım bende kahve yapıyım sana.”

“Tamam, on beş dakikaya aşağıdayım.”

 Yukarıya çıkıp doğruca banyoya girdim. Ilık su vücudumdan akarken sanki günün yorgunluğu da bedenimi terk ediyordu. Üzerimi değiştirip başımda havlu ile salona indim.

“Selam kızlar, ne konuşacaksınız benimle?”

“Önce kahveni al.”

 Ayşegül yeni gelin edasıyla kahve servisi yapınca meraklandım. Konuşacakları konu önemli olmalıydı. Ve hallerine bakılırsa galiba bana muhtaçlardı.

“E hadi çıkarın artık şu baklayı,”

Birbirlerine bakıp ikisi birden bana döndü. Söze Ayşegül başladı;

“Ela, benim bir arkadaşımın mimarlık ofisi vardı. Mülkiyeti kendine aitti. Yurtdışına çıkacakmış, ofisi boşalttı, satılığa çıkarmış. Bugün tesadüfen karşılaştık. Ofise baktık ve…”

 Sözünü bitirmesine izin vermedim. Ayşegülün babası zengin bir işadamıydı. Benzin istasyonları ve galerisi vardı. Annesiyle yasak ilişkisi varmış. Kadın hamile kalınca adam başından atmış. Ama arada annesine ve Ayşegüle maddi destekte bulunmuş. Ayşegül yıllarca babasını yakın akraba olarak bilmiş. Annesi ölünce babası Ayşegüle sahip çıkmak zorunda kalmış. Babası olduğunu açıklamış. Sahip çıkmak derken, sadece maddi anlamda sahip çıktı.  Önceleri Ayşegül bu durumu kabullenmese de maddi anlamda rahat olmak için ses etmemiş. Hiçbir zaman Ayşegülün yanında babasını görmedik. Ayşegül de halinden memnundu. Para sorunu yoktu.

“Ve ofisi satın aldın”

“Nereden bildin?”

“Ayşegül sen ciddi misin? Ne yapacaksın ofisi de aldın… Sana inanamıyorum.”

“Ya dur, hemen celallenme. Fiyatı çok uygundu.”

“Canım, uzayda da indirim varmış. Hatta çıkabilene bedava veriyorlarmış.”

“Çok komik.”

“Komik değil işte bende bunu diyorum. Alışveriş çılgınlığına eyvallah da bu artık çılgınlık öte bir şey. Sırf fiyatı uygun diye ofis alınır mı ?”

“Ya susta bir dinle. Avukat olduğun nasıl belli...”

“Tamam, haydi sustum. Anlat.”

“Biz diyoruz ki, ofisi biz hukuk bürosu yapsak. Sen avukatsın, ben avukatım, Zeynepte avukat.”

 Zeynep tartışma boyunca susmuş bizi izliyordu. Bu konuşma üzerine kafasıyla Ayşegülü onayladı.

“Evet, ama aranızda tek avukatlık yapan ben varım.”

“Bu yüzden sana ihtiyacımız var. Senin kendi müvekkillerin var. Ben de başlayacağım artık. Yetişemediğimiz yer de Zeynepte bize katılacak.”

Bunun üzerine biraz düşündüm. Kafamda kendimi, kendi hukuk büromda hayal ettim.

“Olabilir aslında. Evet evet güzel olur. Kendi hukuk büromuz, kulağa hoş geliyor. Tamam ben varım, ama bir şartla.”

“Ne şartı Ela ya?”

“Madem ofisi sen aldın, içini ben döşeyeceğim. Senin şu iç mimar arkadaşın vardı. Adı neydi? Can. Evet, Canı ara ama en ufak bir ödeme yaparsan ben yokum.”

“Tamam anlaştık.”

“Tamam ortaklar. Ben yatıyorum artık. Yarın Canı ara uygun bir zaman da buluşup bakalım neler yapacağımıza.”

“Tamam, canım iyi geceler.”

“İyi geceler kızlar.”

 Ertesi gün erkenden kalkıp büroya gittim. Patronum Enver Beyle konuşup istifamı verdim. Çok babacan bir adamdı Enver Bey. Uzun boyu yüzünden koltuğunda rahat oturamaz, bir sağa bir sola kaykılırdı. O hareket ettikçe deri koltuk gıcırdar hiçte hoş olmayan sesiyle karşıdakini her zaman rahatsız ederdi. Enver Bey deri koltuğun zengin gösterdiğini düşündüğü için vazgeçmezdi. Esmer kır saçlı bu babacan adam çalışanlarına patrondan çok kardeşleri gibi davranırdı. Çalışanlarda ona bunun hakkını fazlasıyla öderdi. Hem saygıda kusur etmezler, hem de en ufak bir işlerinde ona koşarlardı. En son taze avukat Tacettine kız istemişti. Aslında yaşına rağmen yakışıklı adamdı. Atmış yaşındaydı ama en fazla kırk yaşında gösteriyordu. Benden çok memnun olduğunu, kaybettiğine üzüldüğünü ama kendi işimizi kurduğumuza sevindiğini, en ufak yardımı olacaksa sevineceğini, başarılarımızın devamını diledi.

 Ofisimden eşyalarımı toplarken biraz buruktum. Evet, kendi büromu açıyordum ama burada da mutluydum. Kendimi hiçbir zaman yabancı hissetmiştim. Kimse dağılmadan iş arkadaşlarımla vedalaştım. Elimde ki son dosyaları teslim edip ofisten ayrıldım. Bu kadar acele etmemin sebebi biraz dinlenmekti. Çok yorulmuştum. Neredeyse iki yıldır Muğlaya gitmemiştim. Annemlerde bu süre zarfında bir kez gelmişlerdi. Çok özlemiştim onları. Büroyu açıncaya kadar Muğlaya gidip bizimkileri görmeyi istiyordum. Ama önce Atiye Ablanın davasını açıp, Canla buluşup işleri yola koymalıydım.

 Eve dönüp kendime küçük bir çanta hazırladım. Ayşegül ve Zeynepi de aradım üç günlüğüne Muğlaya gidelim dedim. Ayşegül büro için kalmak istediğini söyledi. Bende kalmak istediğimi ama artık bizimkilerin burnumda tüttüğünü, üç kalıp döneceğimi, işleri ona yıkmak gibi bir niyetimin olmadığını, üç gün erteleyebileceğimizi, dönünce hemen halledebileceğimizi söyledim. Oda benim gitmemi, hem ailemi görmemi hem de dinlenmiş bir şekilde dönmemi, burayı hiç düşünmememi söyleyince kabul ettim.

 Öğlen Canla buluşacağımızı söyleyip telefonu kapattı. Zeynep benimle gelmeyi kabul edince Ona da küçük bir çanta hazırladım. Sonra da duşumu alıp çıktım. Atiye Ablayla buluşup vekâlet işini halledip davayı açtık. Onu eve bırakıp hemen Ayşegüllerin yanına geçtim.

 Ofis Balatta Cadde üzerindeydi, iki katlı ofisin giriş katı için sekreter ve bekleme salonu olarak uygun görüldü. Yukarıdaki üç oda vardı. Caddeye bakan odalardan biri benim, diğeri Ayşegülün olacak, bir diğer oda da şimdilik boş kalacaktı. Karşımızdaki odanın yanında küçük bir bölme ayrılmış, mutfak haline getirilmiş. Can odalara bakıp neler yapacağını tasarlarken bende istediğim ofisi anlattım. Deri koltuk kesinlikle istemediğimi söyleyince Ayşegül ve Can aynı anda güldüler. Bu işi de halledince artık yola çıkma vakti geldi. Ayşegülle vedalaşıp Zeynepin benimle geldiğini söyledim. Yoldan Zeynepi alıp aileme doğru yola koyuldum.

 Aklımda annemin nefis yemekleri, babamın bıyık altı gülümsemeleri, Evra ve Esranın ellerinde telefon dünyayla kestikleri iletişim kısacası bizim evin halleri canlandı, bir kez daha özledim...