Hz. Mevlana’nın “hiç ölmeyecekmiş gibi ya da yarın ölecekmiş gibi” ikileminin bir benzeri, birer engelli adayı olduğumuz konusunda da geçerli. Bize düşen; yarın bir nedenle bizler de engelli olabileceğimiz için değil, etik ve adil olan bu olduğu için her zaman engelli vatandaşlarımızın sorunlarının farkında olmak ve duyarsız kalmadan çözüme destek vermek.

Engelli Birey demek; doğum öncesi veya sonrası, çeşitli nedenlerle fiziksel ya da zihinsel yeteneklerinde belli ölçüde fonksiyon kaybına uğrayan ve gereksinimlerini karşılamada zorluk çeken kimse demek. Kendi başına hareket etmekte zorlanmak, bireysel bakımının yapılmasında yardıma ihtiyaç duymak, zihinsel olarak toplumsal yaşama uyumda güçlük çekmek, kısacası; kendi başına yaşayabilme konusunda önünde engelleri olmak. Bize düşen ise o engellere yenilerini ilave etmemek.

1990 yılında ABD’de çıkarılan “Engelli Amerikalılar Yasası” (ADA), toplum tarafından adeta bir “Kurtuluş”, bir “Serbestlik” Bildirgesi gibi kabul görüyor. Çünkü yasanın yürürlüğe konma nedeni; “engellilerin de diğer Amerikalılarla eşit haklara sahip olmasını sağlamak” şeklinde ifade ediliyor. Engellilerin yaşamına büyük kolaylık getirmesine karşın, yasanın yürürlüğe konulmasının 20’nci yılında gündem yine engelliler için çok daha fazlasının yapılmasıydı. 30’uncu yılında da farklı değil çünkü dünya nüfusunu oluşturan, engelli ya da engelsiz milyarlarca insan için hedeflenmesi gereken şeyler hiç değişmeyecek: Daha iyi bir yaşam, her zaman olandan çok daha fazlası.

Gerçek buyken, standartları yükseltmenin yollarını aramamız gereken bir zamanda; standartları bile sağlayamamış olmanın mazeretleriyle enerji ve zaman kaybetmenin, engelli kardeşlerimize de bugün “engelsiz” olan bizlere de bir yararı yok.

Bizce gerçek engel; görmeyen değil göremeyen göz, duymayan değil duyamayan kulaktır. Dilimiz el verdiğince konuşmaya, elimiz tuttuğunca yazmaya devam edeceğiz:

Engelli ya da değil, Atatürk Türkiye’sinin kadın erkek, genç yaşlı tüm yurttaşları eşit haklara sahiptir!