AKSEVDER Yönetim Kurulu imzasıyla hazırlanan duyuruda, şu ifadelere yer verildi:

“Kurtuluş Savaşımızın dönüm noktası Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra, 18 Kasım 1921 tarihinden itibaren Garp (Batı) Cephesi Karargahı, Akşehir'e yerleşir. Kumandan İsmet (İnönü) Paşa TBMM’den ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’dan aldığı emirlerle Büyük Taarruz’un hazırlıklarını 9 ay 10 gün boyunca Akşehir’de yapar. Akşehir, bir anlamda sinesinde Büyük Taarruz’u doğuma hazırlar. M. Kemal Paşa’nın da katılımıyla son hazırlıklar tamamlanır ve 24 Ağustos 1922 tarihinde, Batı Cephesi Karargahı ve bağlı kuvvetlerimiz Büyük Taarruz için Akşehir’den Afyon’a doğru hareket ederler. Şehrimizde, büyük zaferin başlangıcı olarak kabul edilen 24 Ağustos her yıl Akşehir Onur Günü olarak coşkuyla kutlanır.

Akşehir’i Sevenle Derneği olarak Ankara’da oturan bizler ve diğer illerde yaşayan Akşehir’i sevenleri de davet ederek her 24 Ağustos’ta Anıtkabir’i ziyaret ederiz ve Anıtkabir defterine heyecanımızı, duygularımızı ve minnet hislerimizi yazarız. Yıllardır bu gelenek haline gelmiştir. Ancak 2020 yılında yaşamakta olduğumuz pandemi nedeniyle konulan resmi kısıtlamalar, bulaşmayı önleyici tedbirler ve ziyaretlerle ilgili yasaklar nedeniyle, geleneksel Anıtkabir ziyaretimizi yapamayacak olmanın üzüntüsü içindeyiz.

Bu şanlı geçmişimizde, yokluklar içinde, yaşamlarını bile riske atarak çok riskli kararlar alan, tüm olumsuzluklara rağmen uygulayan, başta MUSTAFA KEMAL ATATÜRK olmak üzere bu yolda şehit olan tüm atalarımızı rahmet ve minnetle anıyoruz. O günleri özetle anlatan yazıyı aşağıda sunuyoruz:

BÜYÜK TAARRUZA GİDERKEN

Yunan ordusu Ankara önlerinden çekilip Afyon-Eskişehir eksenine İngiliz destekli “muazzam” bir savunma hattı kurmuştu. Savunma hattı o kadar sağlamdı ki İngilizler bu savunma hattı için “Türkler 6 ayda geçerse 6 günde geçmiş sayabilirler” diyordu.

Atatürk’ün hayatındaki en zorlu günü, 26 Ağustos 1922 olmuştur.  Çünkü bu tarih, Türklerin Anadolu’daki son bağımsız günü olabilirdi.

1921’de kazanılan Sakarya Savaşı’nda ordunun önemli bir kısmı firar etmiş, mevcut subayların çoğu şehit olmuştu. Yokluklar içinde bulunan ordumuz uzun süre vuruşamazdı. Savaş uzarsa cephane, erzak, para vs. yetmezdi. Batı Anadolu’nun Yunan toprağı olması gerçekleşebilirdi. Bu nedenle düşmanı tek vuruşla imha etmek ve Anadolu’dan atmak gerekiyordu. Bunun bilincinde olan Atatürk “Ya büyük bir zafer ya da büyük bir bozgun” temeliyle çok riskli bir plan yaptı.

Bu sıralarda Mecliste, savaşmak için Atatürk’e baskı yapılıyor, öylesine eleştiriliyordu ki... Bu eleştirileri duyan Yunan ordusu, Türklerin içine düştüğü durumdan keyif alıyor, zevkle olan biteni izliyordu. Atatürk’ün istediği de buydu. Biliyordu ki savaşlarda aldatıcı görünümler yaratmak çok önemlidir. Nitekim 28 Temmuz’da Akşehir’de futbol maçı düzenliyor, Ankara’da çay partisi veriyordu. Mecliste muhaliflerini de aldatmacanın bir parçası haline getirmişti.

Futbol maçı ve çay partisi işin ALDATMACASI idi. Mustafa Kemal savaşın son hazırlıklarını yapıyordu. Savaştan birkaç gün önce, çay partisi verildiği esnada hızlıca Konya’ya geldi. Telgraf ve posta teşkilatı kontrol altına alındığından geldiğini duyurmak mümkün değildi. Oradan Garp (Batı) Cephesi Karargahının olduğu Akşehir’e geçti. Atatürk’ün Akşehir’e 22 defa geldiği ve istasyon yolu üzerinde satın alınan bir evde değişik tarihlerde 1 ile 9 gün aralıklarıyla kaldığı, rahatsızlığı nedeniyle birkaç defa eve doktorlar geldiği, hatta ağrıyan bir dişinin çekildiği biliniyor. Savaş planı masaya kondu. Plana göre cephanenin ikmali mümkün olmayacaktı. Atatürk “İkmali düşmandan yaparız” demişti. Yani kurşun biterse işimiz kılıçlara kalacaktı. Makineli tüfeğe karşı kılıç... Harbiye'nin eski stratejisti Yakup Şevki Paşa itiraz etti, bu delilikti. Kaybetme riski yüksekti. Başarısızlık halinde Ankara düşer, Milli Mücadele kaybeder, Anadolu tamamen işgal edilirdi. Haksız sayılmazdı. Yani düşman ele geçmezse imha riski olacaktı.

Tartışma uzayınca Atatürk “Uğraşa uğraşa, ancak bir yılda düşmanla az çok denk bir hale gelebildik. Bir daha bu gücü yaratamayız. Bu sefer kesin sonuç almak, savaşı bitirmek zorundayız. Bunun için de, tehlikesine rağmen, bu planın uygulanmasından başka çare göremiyorum” dedi. Yakup Paşa “Bu planla kaybedersek bize vatan haini derler. Bu Meclis bizi asar” diye itirazını sürdürünce Atatürk net konuştu:

“Korkmayın paşam. Sorumluluk bana aittir. Kaybedersek beni hemen asarsınız!”

Atatürk’ün planı ters cepheydi. Taarruzdan bir gece önce ordunun neredeyse tamamı mevzileri terk ederek yer değiştirecekti. Bu durum düşman tarafından fark edilirse ordumuz hareketli halde yakalanır ve bir gecede imha olabilirdi. Yakup Paşa haklıydı.

Akşehir’de 28 Temmuz’da yapılan futbol maçından sonra kuvvet komutanlarına verilen akşam yemeğinden sonra açıklanan ve onaylanan bu plan gereği, Atatürk’ün 24 Ağustos’ta verdiği emriyle, taarruzdan bir gece önce, 25 Ağustos günü, hava karardıktan sonra ordu harekete geçti. Cepheyi terk ederek, Şuhut dağları arasından, bir patika vasıtasıyla Yunan hattının güneyine sızdı. Kimse fark etmedi. Koca milletin kaderini değiştirecek ordu, koca toplar, silahlar, onca yük... Sessiz sedasız şekilde varması gereken yere vardı. Sabahın ilk ışıklarından biraz önce bombardıman başlayacaktı. Dakikalar geçmek bilmiyordu. Tan ağarmaya başladığında İsmet Paşa bombardımanı başlatacaktı. Fakat hiç hesapta olmayan bir şey oldu. Etrafı sis bastı. Toplar kör olmuştu. Bu şekilde bombardıman başlamazdı. Herkes şaşkındı. Hava gittikçe aydınlanmaya ve fark edilme riski yükselmeye başlamıştı. Sis dağılmıyordu.

Mustafa Kemal tepedeki karargahından çıktı. Canı çok sıkılmıştı. Sis dağılmıyordu. Yapacağı hiç bir şey yoktu. Oldukça stresli görünüyordu. Vakit akıp gidiyordu. Bir ara yerinden ayrıldı. Bölgedeki kayalıkların bulunduğu yere gitti. Yalnız başına kayaların arasına girdi. Etraftakiler şaşkındı. Kayalıktan çıkıp yürüdüğü esnada ekipten biri makinesini aldı ve o tarihi anı fotoğrafladı. Havanın iyice aydınlanmaya başladığı saniyelerde sis bir anda dağılmaya başladı. Düşman mevzileri görünür hale geliyordu. Vakti gelmişti. Derhal bombardıman için İsmet Paşa’ya talimat verildi.

26 Ağustos 1922 günü, saat 05:30'da Türk topları sessizliği bıçak gibi yırttı. Cephane kısıtlıydı. Topların mevzii yok edene dek bitmemesi gerekiyordu. Aksi halde taarruz yapılamazdı. Üstelik ordu dağlık arazide çok ters bir halde kalacaktı. Toplar birbirini ardına ateşlenirken, Mustafa Kemal’in stresi arttıkça artıyordu! Yaveri ve koruması Yarbay Muzaffer Kılıç onunla birlikte bombardımanı izlerken, Mustafa Kemal’in fısıldadığı cümleleri işitti:

“Ya Rabbi! Sen Türk ordusunu muzaffer et! Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme!”

İsmet Paşa’nın bombardımanı bir sanat tablosu gibiydi. Yunan mevzileri tam isabet vuruluyordu. Yunan karargahı bu baskını “gerçek taarruzu gölgelemek isteyen kandırmaca” olarak algılamıştı. Asıl hamle doğudan bekleniyordu. Oysa ordu güneydeydi. Aldatmaca adım adım işliyordu. İsmet Paşa’nın topları kısa sürede Yunan mevzilerini parçaladı. Sıra Türk askerindeydi. Tepeler birer birer sarılıp ele geçirilmeye başlandı. Bu sırada Yunan karargahı, İzmir’de bulunan Yunan Başkomutana erişemiyordu. Çünkü telgraf hatları kesilmişti. Gelen haberler nedeniyle karargahın kafası karışıktı.

Güneydeki baskın gerçek bir taarruz muydu yoksa şaşırtmaca mıydı karar verilemiyordu. Komutan Trikopis her ihtimale karşı birlik kaydırmaya başladığı sırada Yunan Başkomutandan telgraf geldi. Başkomutan Hagi Anesti, baskının bir şaşırtmaca olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle birlik kaydırma hamlesi durduruldu. Bu esnada Türk ordusu bölgeyi iyice ele geçirmeye başladı.

Yunan başkomutan İzmir’deydi. Ama Türk Başkomutan bizzat cephedeydi! Ertesi gün, hava ağarırken ikinci bir taarruz gerçekleşti. Türk askeri Afyon’a girdi. Mustafa Kemal, karargahını derhal Afyon’a aldırdı. Savaşın içinde olmak istiyordu. Taarruzun adı Kurt Kapanı idi! Fevzi Paşa’nın planı sayesinde git gide Yunan ordusu çevreleniyordu. Yunan ordusu gittikçe çekilmeye başladı. Yunan karargahı hileyi geç de olsa tamamen sezmiş ve tüm ağırlığı güneye kaydırmaya başlamıştı. Bu defa Yakup Şevki Paşa kuzeyden taarruza kalkmış ve Yunan ordusunu şaşkına çevirmişti.

Ağustos’un 29. günü Türk ordusu Yunanı Dumlupınar’da çevreledi. Düşman kurt kapanına girmişti. Ağustos’un 30. günü Yunan ordusu imha edildi ve kaçmaya başladı. Fakat ordunun geri çekilip mesafeyi yeniden mevzilenmemesi gerekiyordu. Bu nedenle Atatürk o tarihi emrini verdi:

“Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”

Ağustos’un 30. günü kovalamaca başladı. İzmir’e 400 km vardı. Asker yorgundu ama emir kesindi. Önce Uşak’a girildi. Akabinde Yunan ordu komutanı Trikopis, 2 Eylül’de esir alındı. Mustafa Kemal de orduyu takip ediyordu. Türk ordusu 400 km’lik hattı 9 günde geçerek harp tarihi açısından emsali görülmemiş bir iş yaptı. 2 Eylül’de Eskişehir’i, 6 Eylül’de Balıkesir ve Bilecik’i, 7 Eylül’de Aydın’ı, 8 Eylül’de Manisa’yı geri aldı ve 9 Eylül’de İzmir’e girdi. Yunan’ı denize döktü!”