Soğuk bir ocak ayı. Kar yok, fakat soğuk ve yağmur var. Ticaret Lisesi’nde okuyoruz. Okuldan çıkmışım. İçi kitap dolu elimde çantam, bir yanımda okuldan arkadaşım Kerim. Öyle de bir güzel yağmur yağıyor ki sorma gitsin. Rüzgârda, yağmurda saç baş karışmış, yollarda zor ilerliyorduk. Birazdan da liseden arkadaşımız Sinan gelecek. Kaç gündür yeni gelen filme gitmek için konuşuyorduk. Okul çıkışı sinemanın önünde buluştuk. Aslında okulu da Saray Sineması’nda Serdar Gökhan’ın “Estergon Kalesi” filmi

Okul sıcakmış, dışarıya çıkınca yağmur altında ıslanınca anladık ya geç oldu? Yağmur da yağsa, kar da yağsa gidecektik; film izlemeye de değerdi. Kaç haftadır bu filmin gelmesini bekliyorduk. Nihayet sinemanın önünde Sinan ile buluştuk. İçeride bizi Serdar Gökhan bekliyordu. Öyle bir film izleme mutluluğu vardı bizde. Sevgi doluyduk. Aşk dolu. Ümit doluyduk. Sinemanın hem makinisti, hem biletçisi Mavili’den biletlerimizi aldık, Sinema salonunun girişinde iki yana açılan tahta kapısını açarak içeriye girdik. Birazdan sinemanın içindeydik, karanlığa ilk girince alışamadık. Sonra gözlerimiz alıştı, boş koltuklardan üç koltuğa oturduk. Beyaz perdeden kılıç sesleri geliyordu.  Artık “ya Allah!” seslerine karışan kılıç şakırtılarını duyuyor. Serdar Gökhan’ın her kılıç darbesini sanırsın biz vuruyor gibi heyecanlanıyorduk.

Film bitiminde sinemadan çıktık. Yağmur biraz durmuştu.

Günlerimiz böyle okul, sinemalar, Güvendik Pastanesi, Adliye Parkı, Belediye Parkı arasında geçip gidiyordu. O yıllar gençlik yılları. Lise öğrencisiydik. Sinemalardan, futboldan, kızlardan filan bahsederdik. O yıllar öyle yıllardı. Yine unutuyordum, şimdi olduğu gibi o yıllarda da hafta sonu Fenerbahçe’nin mi yoksa Galatasaray’ın mı maçı kazanacağı konuşulur, yine her hafta maç tahminleri yapılır toto oynanırdı.  

Gençlik yıllarımızda daha çok sinemalar, dergiler, futbol, siyaset de vardı. Her şeyi bildiğimizi sanırdık. En çok biz okur, en çok biz yazar, en çok biz düşünürdük. Gençlik olur da sevda olmaz mı? Sevda vardı, aşk vardı. Piyasa vakti az mı sevda yollarında bekledik, az mı sevdik! Piyasa vaktiydi. sevilen bazen gelir, bazen günlerce gelmezdi. Gelirse ya Güvendik Pastanesi’ne gidilir, biraz oturur, derslerden, arkadaşlardan filan konuşulurdu.

O yıllarda sevgiyi düşünürdük, aşkı, sevileni. Hiç kötülük yoktu içimizde, hiç fena fikir yoktu. Bizim için dünya sevenlerin sevilenlerin dünyasıydı; dünyayı sevgi kurtaracaktı.

İlkokul, ortaokul, lise ve devamı derken, zaman ne çabuk âdete kuş misali uçtu gitti. Yıl 1980’di şimdi ise 2024 olmuş. Sağ olana, ömrü olana günler, haftalar, yıllar geçecek. Anılardan ne kaldı belleğimizde, hayat düş müydü? Masal mıydı? Kendimize soracağımız bir soru var şimdi? Biz bu hayatı ne çabuk yaşadık, ne çabuk zamanı tükettik, yoksa yaşadıklarımız bir düş müydü?

(Akşehir-2024)