Küçük bir şehirde Fikret isminde çok saygıdeğer, akademisyen, şair -yazar birisi yaşamaktadır. Herkes onu akademisyen ve şair-yazar olarak tanır. Kurmuş olduğu tanışıklıkları sadece kent düzeyinde kalmayıp, ülke ve Türk Dünyası’nda da son kırk yıla damgasını vurmuş, uzun yıllardır akademisyenliği ile tanışmadığı kimse kalmamış, ünü Türkiye ve Türk Dünyası’nda da anılan akademisyen, şair ve yazar olarak anılmıştır.

Geçmişten söz edecek olursak altmışa yakın araştırma inceleme, şiir, hikâye ve makaleye imzasını da atmıştır Fikret Bey. Türkiye’de ve Türk Dünyasında tanınan bir isim olmuş, üniversite üyelikleri bulunmakla birlikte ayrıca pek çok isim ve unvan da kendisinin isminin önünde bulunmakta, kazandığı ödülleri ise saymakla bitmemektedir.

Akademisyen Fikret çok yaygın bilinen bir isim olmakla, Türkiye’de bilinen ve tanınan bir isimdir, yurt içinde ve dışında da ismi saygın hocalardan biri olarak bilinir. Üniversitede akademisyenlik yıllarında da çalışkanlığı ve başarıları ile daima ön planda ismi geçen birisi olmakla çalışkanlığı, sabrı ve zorluklara dayanma gücü ile bilinen bir öğretim görevlisidir. Öğretim görevlisi bir akademisyen olarak bilgisiz, cahil ve cühela kimselerle polemiğe girdiği duyulmamış, onların bilgisizliği ile kendine payeler kazandırmamıştır. Şehrine karşı sevgisi ile de bilinen emekli bir akademisyen olan Fikret Bey şehri üstüne de hikâyeler ve bilimsel eserleri ve şiirleri ile de tanınmaktadır. İsmi şehri ile anılan ender şair ve yazarlardandır.

Akademisyen Fikret 66 yaşlarında, bir altmış beş boylarında, hafif top sakallı, zayıf, birazcık saçları dökülmüş bir insanı temsil etmektedir. Kolay değil, yıllarca üniversitede öğretim görevlisi olmak. Zor zanaat. Hiç kolay değil! Emekli olmuş, onlarca yüzlerce eser bırakmış, kentinde, ülkesinde ve Türki ülkelerde isim yapmış bir akademisyen olmak, onca kültürel değeri eser haline getirmek.

Akademisyen Fikret’in pek çok eseri vardır, düşüncelerini kelimelere döken, kelimeleriyle öğrencileriyle eserleri ile var olan bir sanatçıdır.

O kadar çok bilimsel eseri, hikâye kitabı ve şiir kitabı vardı ki hiçbirisi de en çok satanlar listesine girmedi, zaten onun istediği de bu değildi. Onun anlatım dili okurunu bilimsel yazılar olduğu için sarmaz, pek çok okuru da kitabını yarıda bırakırdı.

Fikret Hoca yıllarını üniversitedeki öğrencilerine ve halkı aydınlatma uğruna harcamıştı. Öğrencilerini de çok severdi fakat öğrencileri de kitaplarını okumaktan imtina ediyordu.

Üniversite yıllarında da öğrencilerin okumaya ve kültüre karşı istekleri azalmıştı, Fikret Hoca’dan geçmek için dersine iyi çalışmak gerekliydi, yoksa üniversitede düzenlenen etkinliklerde öğrencilerin kitap değil müziğe olan tutkuları, tiyatroya olan sevgileri de bir yere kadar fakat derse ilgisizliği hoş göremezdi. O derse çalışılacak, o ders geçilecekti, yoksa çalışmayan her öğrenci gibi çalışmayan da sınıfta kalınacaktı.

Üniversitede olduğu yıllarda etkinliklerde konserde sesler duyulurdu, artık ne şiir ne edebiyat ne ders gelirdi öğrencilerin aklına, demek ki kültürün bittiği yer etkinlik, şiirin sustuğu, edebiyatın bittiği, müziğin coştuğu geceydi etkinlik,

Sonra emekli oldu Fikret Bey.

Hava aydınlanıyor, Fikret Hoca‘da güneşle birlikte uyanıyordu. Keşke şehirde bir uyanış gösterseydi. Şehir uyanmalıydı, şehir kendine gelmeli, kendisini onun eserleri ile tanımalıydı. Bir insan ya da bir şehir kendisini nasıl tanırdı? Bu kültürel anlamda çok ama çok zordu. Neden derseniz? Popüler kültür denen bir kültür vardı. Antik çağdan bugüne “kendini tanı” diye bir söz vardı, ama bu söz söz olarak kaldı Ne insan ne çevre ne toplum kendisini tanıyabildi. İnsanı insan nasıl tanırdı, onun konuşmalarına, hareketlerine, hal ve davranışlarına bakarak, hani derler ya “bana ne istediğini ne konuştuğunu söyle, sana seni anlatayım.” İnsanlarda bir aydınlanma bir uyanış olmalıydı, bu da kültürden ve okumadan geçerdi, yoksa kültür yozlaşmasından, popülist kültürden değil! Ben var ya ben insanların şimdi olduğu gibi değil de tüm insanlığın, kültür, bilim ve sanatla düşünmesini isterdim, Kültür ve kültürel elçileri unutulmamalıydı, kıymet ve değerleri bilinmeliydi. Şimdi düşünüyorum da akademik dünyada olsun, şiirde ve sanatta edebiyatta olsun, tiyatroda olsun popülist kültür ile insanlar cezalandırılmaktadır, bu popülist kültür ile sanatın ve şairin cezalandırılmasıdır, insanların şarkı ile türkü ile, konser ile uyutulmasıdır, ben buna karşıyım. Toplum geleneklerimizden, milli ve manevi duygularımızdan da uzaklaştırılarak popüler kültürle oyalanmaktadır. Bazen toplumlarda öyle şeyler olur ki gürültü ile avutulurlar, konser derler avuturlar, müzik derler uyuturlar. Gerçek, hele ki toplumun kültürü, ananesi kaybolur gider, Seyredilenle, düşünülen, düşüncesi olan arasında mutlaka seyredilen kazanır fakat ne zamana kadar konserin bittiği zamana kadar, tiyatronun son bulduğu ana kadar, izleyenler unutur. Unutmaya da mahkumdur. Görsel unutulur, düşünen beyinlerse sürekli yazar, yazmaya devam eder ki gelecek nesillere kalabilsin. Bu çağ uyku çağında, bilgi değil gösteri çağında. Ne diyordu Yunus EMRE: “Miskin Yunus söyler sözün/Yaş doldurmuş iki gözün/Bizi bilmeyen ne bilsin/Bilenlere selam olsun”

Akademisyen düşünceler içerisinde evinden hızla uzaklaşıyor,

Ardından:

-Fikret Bey! Diyorum ya beni duymuyor.