Heyecandan uyuyamamıştı Mehmet. Babasıyla Konya’ya gidip kayıt işlemlerini yaptırmışlardı. Babası ona Konya’yı gezdirmiş, Ilgın ve Dığrak dışında bir yere gitmeyen Mehmet bu Evliyalar Şehrine meraklı gözlerle bakmıştı. Babasıyla Alaadin de çay içmişler, Mevlana’yı ziyaret etmişler ve Konya’nın meşhur yemeği Etli ekmek yemişlerdi. Daha sonra köylüleri Hayati Beyi ziyaret etmişlerdi.

Hayati Bey babasının çocukluk arkadaşıymış. Hayati Beyin babası zamanında bu köyden bir şey çıkmaz deyip Konya’ya gelmiş, oğlunu okutup kurtarmış. Babasının bu adama bakışında ki ezikliği sezen Mehmet’in içi sızlamıştı. Şimdi Muhasebecilik yapan Hayati Bey,  koca göbekli, iri yarı bol kahkaha atan bir adamdı. Tepesindeki saçları dökülmüş yandaki bir tutam saçını kelinden diğer tarafa taramış. Haliyle, kılık kıyafetiyle, konuşması oturması kalkmasıyla biraz kodamanlara benzemeye çalışıyordu.

 Bir babasına birde Hayati Beye bakan Mehmet, aslında babasının ne kadar da adam gibi adama benzediği fark etmiş. Eğer ona seçme şansını vermiş olsalardı o yine babasını seçerdi. Çünkü biliyordu ki babasının yüreği, kodamandı.

Konya’dan dönerken otobüsün camından bakarken içinde garip bir huzur vardı. Bir an önce buradaki hayatına başlamak istiyor, okulunu arkadaşlarını merak ediyordu. Ne ilkokula benzeyecekti burası ne de ortaokula. Lise bambaşka olacaktı Mehmet için. Lisede bambaşka olacaktı Mehmet. Bir haftaya artık liseli Mehmet olacaktı.

 Yatağında uzanmış elleri başının altında gideceği fakülteyi düşünüyordu. Fakülte için aklında henüz bir bölüm yoktu. Ama bildiği tek şey çok büyük adam olacak ve bunun için ne kadar çalışması gerekirse çalışacaktı. Hayallere dalmış geleceğini planlarken kapının arkasından gelen sesle irkildi. Ellerini başının altından çekerek yatağına oturup dikkat kesildi. Babası bu saatte uyumuş olmalıydı. Kapının kolunun yavaşça inişini görünce, oturduğu yerden kalkıp ayakta davetsiz misafiri bekledi. Kapı her zaman ki melodik sesiyle açıldı ve Mehmet gördüğüne inanamadı.

Gülcan’ın içeriye süzülüşü, üzerindeki elbise, açık omuzlarına dökülen saçları, boyalı dudakları… Aklının bir köşesinde gecenin bu saatinde bu halde ne yapıyor, neden burada sorusu vardı. Ama şu an beynindeki soruları bertaraf edip Gülcan’a adeta çivilenmiş gözlerini ondan alamıyordu.  Daha önce onu bu halde hiç görmemişti. Güzel olduğunu ise hiç fark etmemişti, çünkü bu güne kadar yüzüne doğru düzgün bakmamıştı.

Gülcan Mehmet’in halinden planının işe yaradığını anlamıştı. Omuzlarını dikleştirip, yüzüne en masum ifadesini takınmış, Mehmetin ondan alamadığı gözlerine bakıyordu. Evet zafer yakındı, Mehmet bir erkekti, hem de kanı kaynayan merak içinde aç bir erkek. İçindeki zafer duygusu kapılmadan kendini toparladı. Sesinin istediği gibi cilveli çıkmasını umarak;

“Baban divanda uyumuş kalmış Mehmet. Bana yardım etsen de yerine yatırsak?” dedi.

 

Mehmet, Gülcan’nı sesiyle kendine gelerek başını aşağı yukarı salladı. Arkasından iki üç adım atmıştı ki kapının orada durdu. Önden onun geçmesini bekledi ama Gülcan gözbebekleri büyümüş, yüzünde garip bir gülümsemeyle kapının orada duruyordu. Mehmet ne yapacağını şaşırmış hemen karşısında kalakalmıştı. O an ne yapmak istediği anladı. Ona dokunmadan geçmek için kapının aralık kalan kısmına yan dönerek geçmeye çalıştı. O sırada omzuna dokunduğunu hissetti. Adımını hızlıca atmaya çalıştı ama ayağıyla kapının açık kısmını da kapatan Gülcanın kıskacında kaldı. İtip arkasını dönerek odasına girdi, o sırada Gülcanın omzunda olan elinin sırtını kavramaya çalışırken işliğinin yırtıldığını anladı.  Gülcana bakmıştı ki bir parçasının elinde olduğunu gördü. Bunun üzerine Gülcan’ın elindeki işlik parçasını atıp, kendi üstünü başını yırtıp bağırmaya başlamasını tiksinerek izledi. Elleriyle dudaklarındaki boyayı siliyor kendine tokat atıyordu.

  Namusuma göz koydu diyordu, Hüseyin uyan kurtar beni bu oğlundan diyordu. Allah’ım kimsenin yüzüne bakacak yüzüm kalmayacak diyordu. Arada bir Mehmet’e hitap ediyor, dur yapma kurban olayım ben senin anan sayılırım diyordu. Kendini parçalarcasına bağıran şu kadına Mehmet sadece acıyordu.

 Diğer odadan gözlerini ovuşturarak gelen babasının manzaraya odaklanmasını, Gülcan’ın halini görünce de şaşkınlık içinde kalışını izledi.  Bir Mehmet’e bir Gülcan’a sorgulan gözlerle bakan babası neler olduğunu anlamamış, Gülcan’nın haline anlam vermemişti.

“Neler oluyor burada?” Gülcan’a dönüp “ senin bu üstünün başının hali ne?”

“Ah Hüseyin’im, seni yatağa yatıralım diye geldim ama senin bu azgın oğlun saldırdı bana.”

“Bu halde mi geldin buraya?”

“Ben senin için hazırlanmıştım, baktım ki sen uyuyorsun bende Mehmet’ten yardım isteyeyim dedim.” Hıçkırıklar arasında devam etti. “ Hem ne böyle sorular soruyorsun, şu halime bak” yırtılan üzerini, yüzünü, evi göstererek “şu evin haline bak ben mi yaptım bunları. Sorsana hesabını oğluna, namusuma nasıl göz dikersin desene.”

Yordun gözlerini oğluna çeviren Hüseyin;

“Oğlum ne oldu burada? Ne diyor bu kadın?” Diye sordu.

Mehmet ne diyeceğini şaşırdı. Babasının ona güveni tamdı bunu gözlerinden görüyordu. Gülcan’ın başlattığı bu savaştan Mehmet galip çıkabilir, Gülcan’ı da bu evden gönderebilirdi. Gülcanın yüzüne baktı Mehmet’i az önceki, kendine güvenen meydan okuyan gözlere korku düşmüştü. Herhalde o bu sonu tahmin etmemiş, kendince planının başarısına inanmıştı. Babasına çevirdi gözlerini. Şaşkınlık dışında üzüntü çöreklenmişti, aslan babasının yüzüne. Erkenden yaşlamış görünüyordu. Ondan hayat bir kez anasını kardeşlerini almıştı. Mehmet Gülcan’ı ondan alamazdı. Nasılsa kendi gidecekti ve babası burada yalnız kalmaktansa bu kadınla kalacaktı. Hem böyle olursa hiç olmazsa aklı babasında kalmazdı. Gülcan’nın tek derdi babasıydı. Kendisine rakip olarak görüyordu Mehmet’i.  O gidince sorun kalmayacaktı. Babasının gözlerinden aldı gözlerini yere çevirdi. Sustu, bir kez daha yine sustu.

“Oğlum konuşsana, ne diyor Gülcan?”

Mehmet’in susuşundan cesaret alan Gülcan yine başladı.

“Daha ne soruyorsun, yaptım mı diyecek sana. Gözlerin kör mü oldu, şu halime bak kurtulmak için nasıl da çabaladım. Beni duymuyorsun, etrafa bak, ah şu eşyaların bir dili olsa da konuşsa. Oğlun namusumu iki paralık etmeye çalışırken sen uyuyordun. Nasıl uykuymuş seninki de?”

Tabi ya dedi Mehmet kendi kendine. Eşyaları dili olsa da konuşsa, acaba benim kadar insaflı olabilirler miydi? Şu kadının haline bak, yazık, hırs insanı ne hale getiriyor.

Çevreyi izleyen babasının, gözlerini çevirip çaresizce Mehmet’e bakışını, titreyen sesini Mehmet hayatı boyunca unutmayacaktı.

“Benim uykum ağır değildir, bu evde dediğin gibi bir boğuşma olsaydı duyardım. Mehmet’im yapmaz öyle şey. Temiz süt emdi benim oğlum. Konuşsana oğlum, bir şey söyle?”

Babasının sesindeki yalvaran haykırışı duydu Mehmet;

“Baba bana bir şey sorma. Sorma baba,” dedi arkasını dönüp odasına girdi.

Babası omzundaki yırtığı görünce anladı oğlunun suçsuzluğunu. Zaten hiç ihtimal vermemişti. Yusuf’un sınavıyla sınanmış, anlı ak çıkmıştı oğlu. Gülcan’a nefret dolu bakışını fırlatıp, gönlü rahat odaya döndü.

Bu oyunun sonunda herkes kaybetti. Orada öylece kalan Gülcan ise bu savaşta en büyük kaybını verdi. Hüseyin, Gülcan’la bir daha hiç konuşmadı.

Mehmet sabahın erken saatlerinde, eline çantasını alıp evden çıktı, son kez dönüp baktığında; “Acaba babama o mektubu bırakarak yanlış mı yaptım?” diye düşündü. Ama nasılsa babası onun suçsuzluğunu biliyordu. Arkasını dönüp giderken buradan ilk ayrılığı, son görüşü olduğunu biliyordu.

 

“Tek suçum Fadime’nin oğlu olmaktı baba…

Sevdiğinden ayrılmayı da, topraklarımı terk etmeyi de 7 yaşımdayken öğrendim. 7 yaşında nasıl büyünülür onu öğrendim. Benim geleceğim yalnız yazılmış, insanın en büyük sınavı içindeki yalnızlıkmış. Benim içimde sen varsın, anam, kardeşlerim var.  Kalabalık bir yalnızlık benimkisi… Beni merak etme, hayallerime gidiyorum. Büyük adam olmaya.  Yusuf’un hikâyesini bilir misin baba? Kardeşleri tarafından kuyuya atıldı, bir kadının ihtirası yüzünden iftiraya uğradı, zindanlara atıldı. Yusuf’unki de benim yalnızlığımdan, Yusuf’unki de benim sınavımdandı. Kaderde Mısıra baş vezir olmak var mıdır bilmem ama bildiğim Yusuf olmak kolay değil. Dünkü sustuğumu, daha önce tüm susuşlarımın arasına kattım. Bir gün bütün bu susuşlarımı toplayıp konuşacağım. O gün benim günüm olacak baba. O zaman Fadime ile Hüseyin’in oğluyum diye kimse beni suçlu bulmayacak. O zaman kadar susalım baba. O zaman omuz omuza birbirimizle gurur duyalım. O zamana kadar hakkını helal et babam.