O gün Adliye Parkı'nda otururken onu fark etmiştim. Yetmiş yaşlarında vardı. Elindeki bastonuna yaslana yaslana âdete bir kaplumbağa hızı ile geliyordu.
Adliye Parkı'nda otururken böyle meraklanacağım pek kimse çıkmamıştı. Sıcak da bir gündü. Yetmiş yaşlarındaki bu ihtiyar neredeyse ayağını sürüyerek geliyordu. Kısa boyluydu. Ayağında eski bir ayakkabı, üzerinde siyah bir pantolonu ve kısa kollu bir gömleği vardı ki, gömleğinin üst düğmelerinin birkaçı açık diğerleri ilikli idi.
Nihayet yanımdaki boş sandalyeye gelip oturdu.
Ela gözleriyle bakarak:
- Evlat çok yoruldum. dedi. Hem de çok.
Bu arada garsona iki çay söyledim.
- Gerçekten yorulmuşsun bey amca.
- Yorulmaz mıyım evlat. Tam tamına yetmiş iki yaşındayım. diyordu. Bir yandan da terleyen alnını, ensesini mendiliyle silmeye çalışıyordu.
- Allah uzun ömürler versin bey amca.
- Bir yol yürümeyle bu kadar yoruldum. Geçen ay daha iyi gelebilmiştim. Gün geçtikte insan biraz daha fazla yoruluyor, biraz daha yaşlanıyor. Eeeee artık nüfus kâğıdımızda iyiden iyiye yıpranmaya, eskimeye başladı ya evlat, ondan olsa gerek.
Bu arada çaylarımızda gelmiş yavaş yavaş yudumlayama başlamıştık.
Ben yine:
- Bu yaşta bu yorgunluk olur, dedim.
- Evet, oluyor artık. Eskiden böyle miydi? Taşı sıktım mı suyunu çıkartırdım evvel Allah. Şimdi öyle mi ya? Benim gibi ihtiyarlayın da bir görün! Nüfus kâğıdımız bir hayli eskidi be evlat! Bir hayli eskidi.
O gün kendisine parkta daha neler sormuş, neler konuşmuştum, şu an pek hatırlamıyorum ya bayağı bir konuşmuştuk. Sonra kendisine bir çay daha söylemiştim. Daha sonra oturduğu sandalyeden kalktı. Sonradan öğrendiğim kadarı ile Mustafa Amca emekliymiş. O gün yine, emekli aylığını çekmek için kendisi gibi bekleyen yaşlı insanların yanında gördüm.
Sırası gelen parasını çekiyordu. Birden ne oldu anlayamadım. Sıranın en sonundaki Mustafa Amca olduğu yere yığılıp kalmıştı. Çevresindekiler toplandılar. Ben de Mustafa Amca'nın yanına koşarak gittim.
- Kalbim, kalbim, kalbime bir şeyler oluyor evlat. Dedi.
Gözlerime bakıyordu.
- Evlat, evlat galiba ölüyorum.
- Yok, yok bir şeyciğin Mustafa Amca. Dedim.
Bu ara kalabalıktan:
- Doktor! Doktor adamcağız ölüyor, sesleri yükseliyordu.
Nereden, nasıl geldi bilmiyorum ya bir doktor geldi.
- Kriz, dedi doktor. Kriz, kalp krizi.
Yattığı yerden konuşmaya çalışan Mustafa Amca dualar ediyordu.
Doktor kalabalığa:
- Açılın adamın etrafından, açılın! Hastaneye kaldıracağız, hastaneye, diyordu.
Neden sonra ambulans geldi. Apar topar Mustafa Amca'yı ambulansa bindirdik. Mustafa Amca'nın gülen gözleri yavaş yavaş kapanıyor, dudağından dualar duyuluyordu ki, son nefesini de ambulansta verdi.
Doktor:
- Buraya kadarmış, bitti. Dedi. Bitti.
Birkaç saat sonra eşi ve çocukları hastaneye geldiler.
Yaşlı eşi:
- Uyyyy Mustafammmm! diye ağlıyordu. Uyyyy Mustafammm!
Ne zaman Adliye Parkı'na oturup, eli bastonlu bir ihtiyar görsem Mustafa Amca ve eşinin ağlaması aklıma gelir. Kendi kendime: “Ah Mustafa Amca! Derim. Ah Mustafa Amca!”
Bitti