Dış baskılarla ekimi kısıtlanan ve hatta yasaklanan veya kısıtlanan bu üç ürün, çitçi ve köylülerimiz için çok önemli bir gelir kaynağıydı. Bize tütün ekimini yasaklatmak, dünya çapındaki sömürgecilerin ürettiği marka ve sigaralara pazar açmak içindir. Ne yazık ki zaman- zaman, hatta her zaman büyük müttefiklerin talimatlarına boyun eğdiriliyoruz. Haşhaş önemli bir yağ bitkisidir. Ülkemizin birçok yerinde haşhaş yağı, çok sevilir. Fakat afyon kellelerini çizerek, temmuz başlarında sakızını almak yasaklanınca; o sakızın da içinde kaldığı tohumlardan üretilen yağ; eski kalitesinde olmuyor. İçinde uyuşturucu sütün etkisi kalıyor. Eskiden yağmursuz yaz başında kelle çizilir; iki gün içinde o çizikten sakız çıkar ve güneşte kururdu. Toplanan sakızlar yalnızca devletimize satılırdı. Böylece hiçbir kötü amaca alet edilmeden devlet tarafından, yurt dışındaki ilaç fabrikalarına ihraç edilirdi. Ameliyatlarda ve başka iyi yahut kötü amaçlarda kullanılacak bu ilacı; sömürgeci ülkeler laboratuarlarında sentetik olarak üretmeye başlayınca; bize ektirmemek ve ihraç ettirmemek için, ağır baskılarla tehditler yağdırdılar. Tarlalarımızı ve yurdumuzu halı bombardımanı denilen en vahşi şekilde bombalamaya kalktılar. Bizdeki üretimi, kendimize yasaklattırdılar.

Köylü ve çiftçilerimiz haşhaş ekiminden ve kazancından mahrum bırakılınca; dünyada haşhaş ekimi bitti mi? 1Hayır! Afganistan'da ekim devam ediyor. Hem de işgalci subayların eliyle ve elde edilen gelirin en büyük bir kısmı onlara verilerek...

Bize tütün ekimi yasaklattırıp daraltılıca; dünyada sigara tüketimi son buldu mu? Tütün ekimi artık hiçbir yerde yapılmıyor mu? Sigara artık tüm yerkürede içilmiyor mu? Hayır! Sigara tüketimi de, tütün ekimi de sürüyor. Yalnızca bizde kısıtlandı.

Ne için kondu bu yasaklar ülkemize? "Sigara ve Haşhaş tüketimi son bulsun" diye mi? Belki görünüşte ileri sürdükleri gerekçe öyleydi. Fakat gerçek neden; "Bunları kendilerinin üretip pazarı tümüyle ellerinde tutma" isteğiydi.

Üretmemizi yasaklayıp engelledikleri yalnızca tütün ve haşhaş değil! Hangi temel gıda ürünü bizde çıkıyorsa; yasaklayıp yerine kendi hormonlu ürünlerini satmak için baskı kuruyorlar. O baskılarla, birçok şeker fabrikamız kapatıldı. Pancar üreterek canlanan ve o ürünün artıklarıyla besili hayvanlar yetiştiren köylülerimize ve çiftçilerimize yazık edildi. Pancar şekeri çok sağlıklıydı. Onların bize satıp, tüketmeye mecbur bıraktıkları GDO'lu mısır şekeri ise; hormonludur. Adeta öldürücü bir zehirdir. Şeker pancarının yaprakları ve atıkları, birinci sınıf hayvan yemi oluyordu. Pancar ekimi, hayvan besiciliğini kolaylaştırıyordu. Et ve mamullerini yurdumuzda üretiyorduk. Başka ülkelere, pamuk, buğday ve diğer mahsullerle birlikte; canlı hayvan da ihraç ediyorduk. Artık, kurbanlıklarımızı bile dış ülkelerden satın alıyoruz. Domuzlarla aynı yemleri yiyen ve aynı ortamlarda beslenen, hatta domuza benzeyen suratlı sığırlar; Kurban Bayramı arifelerinde yurdumuzu dolduruyor. Köylü ve çiftçilerimizin pancar ve diğer ürünleri yetiştirerek geçinebilmeleri engellenince; köylerini ve tarlalarını terk edip İstanbul'a göçtüler. Sosyal problemler çoğaldı. O en büyük kentimiz yaşanamaz hale geldi. Yaşama şartları zorlaştığı için, ülkemizde nüfus artışı durdu. Kavgalar ve cinayetler çoğaldı. Üretim kapasitemiz düşünce; kaçakçılık da azgınlaştı.

Irak'ın işgali ve Saddam Hüseyin'in yakalanıp katledilmesinden sonra; o bölgeden  yurdumuza her türlü kaçak malın girmesi hızlandı. Kaçakçılık sanki, meşru ve yasal bir iş imiş gibi görülmeye başlandı. Devletimiz kaçakçılara engel olursa; sanki suç işlemiş gibi yaftalanıyor? Hiçbir görevli çıkıp da; "Kaçakçılık suçtur. Terörü besleyen kaynakların birincisi, kaçakçılıktır" diyemiyor. Bunu söylemeye cesaret eden İçişleri Bakanı; ne yazık ki, makamını kaybetti..."