Asya ve Afrika’nın, hatta Güney Amerika’nın en uzak köşelerine kadar Türkçe okullar açan, isimlerini reklam etmedikleri için bilmediğimiz yurtseverleri; bu okulların açılmasına kaynak sağlayan iş adamlarıyla hayırseverleri, o çocukları öğretmek, dilimizi ve varlığımızı tanıtmak için uzak diyarlara giden öğretmenleri, kendim ve ulusum adına kutluyorum. Yapılan iş, tarihimizdeki büyük ve başarılı savaşlar kadar ve hatta onlardan da üstün bir zaferdir.
Bizim de birçok gemilerimizi kaçırıp, esir aldıkları insanlarımızı ancak trilyonlarca haraç ödendikten sonra bırakan korsanların diyarı olan bazı Afrika ülkeleriyle ilişki kurabilmek için bile; akla gelmeyecek büyüklükte yardımlar yapıldı. Doğal kaynak zengini geri kalmış ülkelere devlet olarak yaptığımız yardımlar, bu okulları açmak için harcanan kaynaklardan binlerce kat fazladır. Üstelik o savurganlıklar devlet ve millet kesesinden yapıldığı halde; bu okulları uzak diyarlara açacak kaynağı sağlayanlar; isimlerini reklam etmeyip tevazu ile sağlayan hayırseverler ve orta çaptaki yurtsever iş adamları imiş…
Televizyonda gururla bazen da sevinç gözyaşıyla izlediğimiz yabancı ülke çocuklara, Türkçeyi ne kadar güzel öğrenmişler. Onların öğretmenleri ne kadar fedakar, cefakar kahramanlarmış.
Brezilya doğal kaynak zengini ve kalkınmış sayılan bir ülke! Orada bile Türkçe okullar açılabilmesi ne büyük bir başarı! Bundan güzel dış tanıtım olamaz.
FAZIL SAYI YİTİRMEYELİM!
Yeri gelmişken ve dış tanıtımın önemini anlatmışken; Fazıl Say konusuna yeniden değineceğim. O üstün müzik dehası, bu okullar kadar olmasa da, eşi bulunması zor bir kültür elçimizdir. Büyük bir dehadır. Onunla hiç tanışmadım, hiç görmedim. Bestelerini ve icrasını radyo ve televizyondan izleyebiliyorum.
Kendim şarkılarımızı ve türkülerimizi severim. Televizyon açarsam, şarkı türkü izlerim. Yaşamım boyunca batı müziğini anlayamadım. Fakat Fazıl Sayın besteleri, beynimde kendi türkülerimizin etkisini uyandırıyor.
Her fırsatı kullanarak onu ülkeden kaçırırsak; büyük bir kayıp olur.
ADI CAFCAFLI HASTAHANE
Bu yıl, Ankara’da ev değiştirdik. Oradan artan eşyalarla Yalvaç’ta bir ev döşemeye kalktık; fiziki gücümüz yetmedi. Artan eşyaları dağıtmak ve Bodrum evinin yerleştirilmesi ve bahçesinin bakımıyla uğraşırken benim nezlem bronşitim; eşimin bel fıtığı azdı. Bronşiti boş verdim. Pastil ve sıcak ot çaylarıyla düzelmek üzereydim ki; eşim tutturdu:
“Beni filanca ünlü hastaneye götür!”
Çocukların hatırı var. Analarını hoş tutmak gerek. Geçtim direksiyona, cafcaflı hastaneye vardık. Pazar olduğu için, ortopedi uzmanı yokmuş. Pratisyen olduğunu söyleyen arkadaş baktı. “Hiçbir şeyi yok!” dedi. Uzmanı evinden çağırmaya gerek görmedi. Çok ısrar ettim, evine telefon ettiler. İki saat sonra geldi. Yalnız dizkapağının altına dokundu. O da önemli bir arıza bulmadı. Bin liraya yakın fatura çıkardılar. Eşim yürüyemiyor. Acıdan kıvranıyor. Ege Ün. Tıp Fakültesinde hoca olan kızım, “Gelip alayım!” dedi. O mesaisinden kalmasın. Ben götürüp oraya yatırdım.
[email protected] www.nazifkurucu.com.tr