Tarık Buğra Türk edebiyatı’nın ustalarından, usta bir kalem.  Hemşerimiz. Akşehirli ne kadar gurur duysak, ne kadar onurlansak azdır. Tarık Buğra edebiyatın hikâye ve roman türündeki eserlerde önemli başarılara imza atmış bir yazarımız,

Tarık BUĞRA eserlerinde Akşehir insanını, Akşehir halkını anlatan bir yazar. Akşehir’den insan yola çıkarak eserlerini geniş okur kitleleri ile buluşturan Tarık Buğra Türk Halkının Milli Mücadelede çektikleri eziyetleri, bağımsızlık ve özgürlük mücadelesini en güzel anlatan yazar. Tarık BUĞRA’yı ve onu gelecek kuşaklara tanıkmak amacıyla 2007 yılında yapılan ve ilk kez düzenlenen Tarık BUĞRA hikâye yarışmalarının devamı dileğiyle; Tarık BUĞRA anısına HİKÂYELER kitabına giren ikinci eserim FAYTONCU’yu siz okurlarla paylaşmaktan onur duyarım.

FAYTONCU
 

Cumhuriyet İlkokulu’nun karşısındaki çıkmaz sokakta kadınlar kapı önlerine oturmuş konuşuyorlar, bir yandan da Cumhuriyet İlkokulu’nun karşısındaki bakkaldan aldıkları çekirdekleri çitliyorlardı.

Bir fayton sesi geldi ara sokaklardan, çocuklar faytonun arkasına tutunmaya çalışıyorlardı. Sokağın başında Faytoncu Sabri heybetiyle faytonundan indi. Çarşıdan satın aldığı simitlerden çocuklara birer birer dağıttı. Tüm Akşehirlilerin sevgilisi olduğu gibi tüm mahallenin çocuklarının da sevgili faytoncu amcalarıydı. Faytonuyla her Çay Mahallesi’ne girişinde çocuklar faytonun arkasında sallanmaya çalışırlar, onun üşenmeden simitçi fırınından aldığı simitlerin ve faytonunun yolunu dört gözle beklerlerdi. Bugün de o günlerden bir gündü işte. Faytoncu Sabri çocuklara aldığı simitleri teker teker dağıttı. Mahallenin çocuklarına dün de balon alıp dağıtmıştı. Çocukların sevgili faytoncu amcalarıydı. Bugün simitle sevindirmişti; dün balonla, ondan önceki gün de bakkaldan aldığı misketlerle sevindirmişti çocukları.

Kapı aralarında oturan kadınlar yüzlerini gizlemeye çalıştılar, sanki faytonun, faytoncunun heybetinden ürkmüş gibiydiler. Kimisi de çocuklarına bağırıyordu:

— Ahmetttt! Oğlummmm!

—Yaşarrrrrr!

Faytoncu Sabri‘nin oturduğu Çay Mahallesi gerçek Akşehirlilerin oturduğu mahalleydi. Bundan altmış, hatta daha da geçmişe gidersek seksen yıl öncesinin Akşehirlileri bilirler elbette. Herkesin herkesi tanıdığı, bildiği, gülümsediği, selam verdiği dedikodu yaptıkları Akşehir’in Çay Mahallesi’ni. Yaz günleri kadınların sokaklarda oturdukları, çekirdek çitledikleri, misafir kahkahalarını taşıyan güzelim sokaklar. Şimdi de isterseniz yukarıda bahsettiğim Ahmet’in kim olduğunu size anlatayım. Bu Ahmet diye seslenilen küçük çocuk bizim bildiğimiz Pervasız Gazetesi’nin sahibi Ahmet Şener’den başkası değildir. Bana, Faytoncu Sabri’nin sürekli kendisine ve mahallenin çocuklarına simit getirdiğini anlatırken, sanki o günleri yeniden yaşardı. Bu arada da gazete çalışanlarına ikimize demli birer çay yapılmasını söyler, arada bir gözlüğünün üstünden bakar, sanki faytoncu Sabri’de beni görür, sanki o günleri tekrar yaşardı. Yine Yaşar diye seslenilen çocuk ise eski Akşehir Belediye Başkanlarından Yaşar Cenikoğlu’dur ki Cumhuriyet İlkokulu’nun karşısındaki bu çıkmaz sokakta otururdu… Kimler geldi kimler geçti. Bakın unutuyordum,  yine Akşehir Saray Sineması’nın makinistliğini yapmış Bayram namı değer Mavili, yine eski Belediye Başkanlarından, rahmetli Cevdet Köksal Beyefendi’nin evi Çay Mahallesindeydi. Allah rahmet eylesin. Hepsi de güzel, hepsi de Akşehir’in sevilen insanlarıydı.

Hatırladığım kadarıyla Çay Mahallesi’nde sular kesilir, elektrikler kesilir, sana yağı, tüp gaz kuyrukları ile ömür geçerdi, fakat yine de o günler güzel günlerdi. Çarşı pazara birlikte gidilir, birlikte dönülürdü. Bugün de olduğu gibi yorgunluktan omuzları çökmüş, babaların eve yorgun argın dönüşlerine tanık olduğu, çocukların saklambaç, misket oynamaktan, annelerin akşam olunca ne pişireyim kaygısıyla eve girdikleri sokaklar. Ne çok elektriğimiz kesilirdi, ne çok sularımız. O zamanlar şimdi olduğu gibi her evde sular böyle Akşehir’in İbre suyu gibi akmazdı. Ortak bir çeşmeden su alınırdı. Çay Mahallesi’nde akmayan suların tek çaresi ise Cumhuriyet İlkokulu’nun bahçesindeki çeşmeydi. 

Neyse lafı fazla uzatıp da kabak tadı vermeyelim, Cumhuriyet İlkokulu’nun karşısındaki bu ara sokakta ne kadar da çocuk vardı böyle. Bu arada ilkokulun teneffüs zili çaldı. Çocuklar birer ikişer mısır patlağı gibi okulun kapısından dışarıya dağılmaya başladılar. Bakkalın önü bir anda öğrencilerle doldu. Bakkal Rıza çocuklara yetişmeye çalışıyordu. Kimine leblebi tozu, kimine misket, kimine şeker, kimine de kalem kâğıt satmaya çalışıyordu. Bakkal Rıza’nın her gün hatta her teneffüs zilinde olduğu gibi yine küçükler elini ayağını birbirine dolaştırmıştı; dolaştırmasına ya onun da bu yaramazları sevindirmekten başka bir işi, başka bir gayesi yok gibiydi… Bu arada Cumhuriyet İlkokulu’nun çeşmesinden mahalleli kadınlar sularını doldurmuş, ellerindeki güğümlerle, helkelerle evlerine doğru yol alıyordu.

Faytoncu Sabri çıkmaz sokağın karşısındaki evinin han kapısı gibi iki kanatlı tahta kapısını iki yana ayırarak faytonu içeriye sokmuş, atların koşumlarını çözüyordu ki kapıdan bir sesleniş duydu:

—    Faytoncu Sabri Ağaaaa! Faytoncu Sabri Ağaaa!

Koşumları çözen faytoncu kapıya baktı. Yaşlı bir kadın ile yanında bir kız çocuğu, faytoncunun yanına yaklaştı:

—Buyur Zeynep bacı.

—Yarın bizi Engili’ ye bahçeye götürecektin ya unutmadın değil mi?

—Unutmadım, unutmadım Zeynep Abla. Yarın mutlaka gelirim. Dedi.

    Abdestini bahçenin içindeki borusu bir yana eğilmiş, çevresi küçük bir havuzla çevrili çeşmeden yüksek bir sesle besmele çekerek almaya koyuldu. Bu arada İmaret Camii’nden öğle ezanı okunuyordu : “Allahu ekber…..Allahu ekber….”

Sokak aralarındaki kadınlar birer birer evlerine girmeye koyuldular. Akşehir Çayı’nın sesi sokakların sessizliğini bozuyor, Güneş şehrin üstünden Akşehir’e gülümsüyor, ışıklarını daha bir güzellikte şehre yayıyordu. Faytoncu Sabri büyük bir huşu içerisinde namazını kılıyordu.

                                                           ***          

Namazdan sonra Faytoncu Sabri öğle namazını kılmış faytonu ile birlikte çıkmaz sokaktan Cumhuriyet İlkokulu’na doğru yol alıyordu. Bir yandan da çocuklar arkasından bağırıyordu:

—Sabri Amcaaaa! Sabri Amcaaa bizi de gezdir Sabri Amcaaa.

Faytoncu:

—Yarın gezdireyim çocuklar, yarınnnn! Diyordu.

Faytonun tıkırtıları sokağı kaplıyor, çocuklar faytonun arkasından tutunmaya çalışıyorlar, fayton Cumhuriyet İlkokulu’nun önünden Şirin Irmak‘a doğru ilerliyordu. Şirin Irmak’ın ortasından akan su şehre âdete bir serinlik veriyor, mahalleye ayrı bir güzellik katıyordu. Sokağı ile bütünleşmiş, yıllarca bu isimle anıla gelmiş ne ala bir isimdi bu: Şirin Irmak Sokağı. Mahalleli kadınlar bahçelerini sulamak için ırmak suyunu paylaşıma koyulmuşlardı bile. Neredeyse her yarım saatte bir başka evin bahçesine su verilir, bahçesi olan sırasını bilir,  bahçesinin büyüklüğüne göre onbeş dakikalığına, yarım saatliğine, ırmağın suyunu bahçesine akıtırdı.

Fayton sokağa girince yavaşladı. Önce sağdaki at daha sonra diğeri huysuzlandı; atlar su içecekti. Faytoncu atları suladı. Bu arada mahalleli ırmaktaki suyu bırakmış şimdi de faytonun ve atların güzelliğine bakıyordu. Mahalleli faytonu da faytoncuyu da tanıyordu ya… İşte şu paçalarını sıvamış kilim yıkayan Menekşe Abla değil miydi? Hem de ta kendisi. Faytoncu Sabri ile geçenlerde Ilgın’a faytonla gitmişti, öte komşusu Nigar‘ı da Bermende’de ki annesi hastalanmıştı da Bermende’ye birkaç hafta önce götürmemiş miydi?