Bugünün ilişkileri, sanki bir uygulamayı ilk kez açıyormuşsun gibi…
Hoşuna gitmezse sil, sıkılırsan kapat, daha iyisi çıkar diye bekle.
İnsanlar arasında değil, seçenekler arasında bağ kuruluyor artık.
Bir kalp kırılmadan önce bile “yerine konur” düşüncesi var.
Ve en kötüsü: kimse kaybetmekten korkmuyor, çünkü kimse gerçekten sahip çıkmıyor.
Eski aşklar böyle miydi?
Aslında en çok bugünün hızına bakınca anlıyoruz değerini.
Eski aşklar “yavaştı” ve yavaş olduğu için daha derindi.
Bir mektup günlerce yolda kalırdı.
Bir görüşme haftalarca ertelenirdi.
Ama kimse “bıkmadım mı, vazgeçsem mi?” diye düşünmezdi.
Beklemek sevginin doğal bir parçasıydı.
Bir tartışmada bitmezdi ilişkiler.
“Bir daha konuşmayalım” yerine
“Konuşalım, çözüm bulalım” denirdi.
Çünkü insanlar sevgiye yatırım yaptıklarının farkındaydı.
Şimdi bir kişi kırınca başka bir kişiye kayıyoruz.
Eskiden “yenisi çıkar” mantığı yoktu.
Birinin kalbinin kıymeti vardı.
Kaybetmekten gerçekten korkulurdu.
Karşı tarafı etkilemek için taktikler yoktu.
Seven belli ederdi, özleyen belli ederdi.
Şimdi sadakat bir beklenti değil, adeta bir şans gibi görülüyor.
Ama eskiden sadakat karakter meselesiydi.
Yan yana olunmasa bile güven sarsılmazdı.
Eski aşkların büyüsü romantiklikten değil, emekten geliyordu.
Bugünün ilişkilerinde eksik olan şey tam da bu:
Emek, sabır ve kalıcılık isteği.
Oysa sevgi kırılgan bir şeydir.
Emek ister, sabır ister, zaman ister.
Ama biz ne yapıyoruz?
Bir tartışmada kaçıyoruz, bir anlaşmazlıkta susuyoruz, bir zorluk çıktığında “belki de kader değilmiş” deyip vazgeçiyoruz.
Birbirimize değil, kendi egolarımıza sadık yaşıyoruz.
Kimse incinmek istemiyor ama herkes incitmekten çekinmiyor.
Kimse güvenmek istemiyor ama güvenilmek istiyor.
Belki de asıl sorun şu:
İnsanlar artık “aşık olmak” istiyor ama “sevmenin sorumluluğunu” taşımak istemiyor.
Ve bazen düşünüyorum;
Belki de aşk bitmedi…
Sadece cesaret bitti.
Birine bağlanmaya, kalmaya, emek vermeye, yan yana durmayı seçmeye cesaret.
Aslında aşk hâlâ burada, içimizde bir yerde duruyor;
Biz ise yanaşmaya korkuyoruz.





